medya güzel, dinleyelim.bir gün seni takip ettim yoongi, keşke etmeseydim, keşke gözüm kör bir şekilde senin eve geldiğin birkaç saatle yetinseydim.
öğlen saatlerinde uyandın ve yemek yemeden çıktın, sadece birkaç bardak su ve iki ağrı kesici içtin. bu kadar çok su içmenin nedeni akşamdan kalma olmandı. diğer bütün günler gibi gözünü zor açacak şekilde geliyordun eve.
önce köşe başından seni alan camları filmle kaplı bir arabaya bindin. arabaya bineceğini tahmin ettiğim için arabayla yola çıkmıştım. sahi birlikte aldığımız arabaya en son ne zaman binmiştin?
garip ormanlık bir alana geldik, arabadan biri senden biraz kısa diğeri neredeyse benimle aynı boyda olan iki kişi çıktı. arkalarından eve girdin. camlar gazeteyle kaplıydı, göremediğim için lanet ettim ama yaklaşmaya korkuyordum.
açıkçası bana zarar vermenden deli gibi korkuyordum yoongi, dediğim gibi gözlerindeki karanlık içime tarifi mümkünsüz bir korku salıyordu.
iki saat kadar sizi bekledim, bu sürede kendimi oyalamak için yeni yazdığım kitap hakkında fikirler ürettim. senin acın beni daha üretken biri yapmıştı.
sanatçıların en ilham aldığı duygunun aşk ve acı olduğunu söylerlerdi de inanmazdım, doğruymuş.
artık aşk ve acı diye ayırmalarına gerek olduğunu düşünmüyorum; aşk demek acı demek benim için.
sana çok aşığım yoongi, aşkın bana acı veriyor ve kalbimi paramparça ediyor.
evden yerde sürüklediğiniz bir bedenle çıktınız. kan vardı yoongi, her yerde çok fazla kan vardı. sürüklediğiniz adamın ölü olduğunu anlamam için gelip nabzına bakmama gerek yoktu.
yoongi, soğukkanlılıkla adamı bir torbaya soktunuz ve yanındaki iki kişi ormana doğru götürdü.
aklım almıyordu, nasıl böyle bir şeye ortak olabiliyordun?
o ikisi gidince bana doğru ilerlemeye başladın, siktir, beni görmüştün.
kafamı önüme eğdim, kapımı açıp bedenimi yere attın.
"neden beni takip ediyorsun? beğendin mi gördüklerini?"
canım acıdığı için bir süre tepki veremedim. göz bebeklerin normal olamayacak kadar büyük ve gözlerin kızarıktı, uyuşturucu aldığını anladım. daha da korktum.
oracıkta beni de öldürüp gömebilirdiniz ve kimse peşime düşmezdi. seninle biz kimsesizdik ama birbirimizin her şeyi olmuştuk.
şimdi ise hiçtik işte, koca bir hiçlik.
"yoongi, sen ne yaptığının farkında mısın?" düştüğüm yerden kalktım.
"sana ne? siktir git buradan, görmeyeyim bir daha etrafımda."
elimi çekinerek kanlı ellerine uzattım. " sevgilim, benim, senin ruh eşin, hoseok, neden yabancıymışım gibi davranıyorsun?"
ellerimi ittirdi. "artık senin benim için yabancı olduğunu sen benden daha iyi biliyorsun, git şimdi."
ve ben gittim, ben senden gittim, ben kendimden gittim yoongi.
artık dünyadaki varlığımdan bile emin değilim, fiziki olarak gömmesen de ruhumu o ormana gömdün.
ben galiba ağlayacağım, gereksiz duygulandım bu bölümü yazarken
sizi seviyorum ❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
said you'd die for me but you lied to me | sope✓
Nouvellesve hepsi bitti şimdi. |minific|