Okulun arka bahçesine doğru kolumun altındaki öğle yemeğimle beraber yürüdüm. Etraf sessiz ve kimse yoktu neredeyse. Kendime yalnız kalabileceğim bir yer aramak iyi fikir miydi acaba? Sınıfta kalıp arkadaşlarımla yemek yiyebilirdim. Okul başladığından beri zaten onlarla zaman geçirip duruyordum. Ama nedense bu sefer istemedim. İçimden bir ses buraya gelmemi söylüyor gibiydi. Çimenlerin üzerine oturmayı planlayarak yürümeye devam ettim ama birine rastladım.
Okulun arka bahçesinde yalnız değildim. Birisi daha vardı. Fakat uyuyordu muhtemelen. Öğle arasında herkes sınıfına çekilmişken ben ve o vardık bahçede sadece. Yüzüne şapkasını kapatmış kollarını başının üzerine birleştirmiş ve tek dizini biraz havaya kaldırmış bir şekilde uyuyan kişiyi saçlarından tanıdım. Uçları yeşile çalmış dik saçlar şapkanın ardından da gayet rahat gözüküyordu. Hafif rüzgara ve üzerine düşen güneş ışığına aldırmadan gayet huzurluydu. Sadece ayağının üzerine okulun gölgesi düşüyordu. Üzerinde beyzbol takımının forması olmasından antrenmandan yeni çıktığını anlayabiliyordum. Fazla hareket etmemesinden ve düzenli nefes alış verişinden uyuduğuna rahatlıkla emin olabilirdim. Ona yaklaştım. Çimenlerin üzerine onun yanına kadar gittim. Ses çıkarmamaya dikkat ederek yanına oturdum. Şapkasını kenarını tutup kaldırdım ve onun yüzüne baktım. Bu hafif esmer yüz ona aitti.
12 yaşımdan liseye -yani şimdiye- kadar hep yanımda olan ilk ve en iyi arkadaşım Gon. Lisenin ikinci yılında da aynı sınıfa düşmüştük. Ne kadar şu zamanlar kendi arkadaşlarımız yüzünden birbirimizden uzaklaşsak da hala en iyi arkadaştık. Eve beraber yürüyorduk. Yalnız kaldığımızda hep birbirimizin yanına gidiyorduk. Ama sanırım bu yıl başladığından beri görüşmemiştim onu. Eve giderken yarı zamalı işe gitmemden ya da onun antrenmanları yüzünden konuşmaya fırsatımız olmamıştı. O yüzden onu özlemişim gibi hissettim. Şapkasını yüzüne geri bıraktım ve kendi yemeğimi çıkardım. Onu rahatsız etmek istemiyordum. Yanımda olması bile beni rahatlatıyordu. Yalnızlığımı gideriyordu. Onu şimdilik bu yorgun haliyle uyandırmama gerek yoktu.
Yemeğimi çıkartıp yemeğe başladım. Okulun penceresinden insanları izleyip bir yandan da yemeğimi yerken zamanın nasıl geçtiği ile ilgili hiçbir fikrim yoktu. Yemeğimin yarısını bitirip doymaya başladığımda elimdeki yemek kabını kenara bıraktım. Gon'a bir kez daha baktım. Uyanmaya niyeti yok gibiydi. Onu izlerken duruşunu değiştirdi. Kafasını altında bir elini yere benim ve kendisinin arasına koydu. Sonra ise kaldığı yerden uyumaya devam etti. Ben ise onun aramıza koyduğu eline odaklanmıştım. Sopa sallamaktan elleri yıpranmıştı. Ama yine de kötü durmuyordu. Tabi üstü de rüzgardan dolayı kurumuştu. Yavaşça eline uzandım. Tuttum ve biraz okşadım elini. Gözlerimi uzun parmaklarında gezdirirken aklımdan tanıştığımızdan beri yaşananlar geçiyordu. 4 yıl dedim içimden. Gerçekten 4 yıl olmuş muydu? Beni karanlıktan çekip çıkartalı 4 yıl olmuştu. Ailemin elinden kurtulup özgür olmaya başladığım koskoca 4 yıl.
İç güdülerime teslim olup parmaklarımı onunkilere kenetledim. Kendim parmaklarımı kapamıştım ama Gon uyuduğundan dolayı kapamamıştı. Bir kaç dakika ikimizin ellerine baktım. İkimiz....ikimiz demek bile garip geliyor. Gon bir ara sen uyanıkken de bunu yapabilir miyiz? Bir süre o şekilde yüzü şapkayla kapalı kişiye baktıktan sonra kedime geldim. Elimi hızla kendime çekip pişmanlıkla Gon'dan biraz uzaklaştım. Güneşte oturmaktan sıkıldığım için biraz öne kayıp gölge taraf oturdum. Kaç kere bu yanlış, bunu yapmamalısın desem de yine bir anda Gon'un dibinde buluyordum kendimi. Belki de ilk defa gördüğüm bu ışık kafamı karıştırmıştı. Onun neşesine ve kendisine hayrandım ama ondan daha fazlasını istemek yüzsüzlük olurdu. O yüzden ona hayran ve arkadaş olarak kalmayı tercih edicektim şimdilik. Kalbim ne kadar acısa da.
Benim onun elini hızla bırakmamdan dolayı muhtemel, uyanmaya başlamıştı. Biraz hareketlendi ardından. Şapkasını kenara çekti. Gözlerine direk vuran güneş ışığı ile yüzünü buruşturdu. Gözü alışana kadar ellerini yüzüne siper ettikten sonra doğruldu. Kafasına şapkasını taktı böylece yüzüne güneş gelmesini engelledi. Beni biraz geç fark etse de görür görmez gülümsemesi büyümüştü.
"Burada mıydın Killua?" dedi bana gülerken. Biraz kayarak yanıma gölgeye geldi. Yüzüme gülümseyerek bakarken gözlerimin altındaki belli belirsiz morlukları büyük ihtimalle fark etmiş olsa da moralimizi bozmamak için bundan bahsetmedi. Bu morluklar geceleri az uyumamdan kaynaklanıyordu. Az uyumam ise kabuslarımdan ve ağlamalarımdan...
"Bu sefer yalnız yemek yemek istemiştim ama seni uyurken görünce yanına geldim. Öğle arası bitmek üzere. Yiyecek bir şeyler alıcak mısın?"Gon söylediğim kelimeler üzerine ağzını şaşkınlıkla açtı.
"NE!?" dedi ve saatine baktı. "Ben ne kadardır uyuyorum?" Bıkkın bir şekilde nefes verdi. Ona gülümsedim. Sonra yanımdaki yarım yemeğimi ona uzattım.
"Yemek getirmeyi unuttun değil mi?" Gon benim elimdeki kutuya baktı. Sonra da bana. Kutuya uzanırken yüzü kızarık bir şekilde teşekkür etti.
"Beni çok iyi tanıyorsun." kutuyu elimden aldı.
"Sadece kendime kadar çubuk aldım ama sorun etmezsin değil mi?"
"Yemek bulmuşum çubuğu mu dert edicem." kapağı açtı. Eline çubukları aldı fakat elini sızlaması ile çubukları az daha yere düşüyordu.
"Kendini çok zorlamıyor musun? Ellerin mahvolmuş. Çubukları bana ver."
"Yakında öteki okullarla maçlarımız var. Zorundayım." Gon çubukları uzattı. Hemen ardından da cilvei bir şekilde sırttı. "Yoksa sen mi bana yedireceksin?" biraz kızarsam da soğuk kanlılığımı kaybetmeden cevap verdim.
"Bu haldeyken kendin yemek istiyorsan al." çubukları kutuya bıraktım ve ellerini trip atarcasına göğsümde birleştirdim. Gon biraz güldü ve beni dürttü.
"Hadi ama Killua. Şaka yaptım. Ellerim acıyor gerçekten. Bana yardım eder misin?" iç çekip ona döndüm. Şapşal bi gülümsemesi vardı ama yine de hoşuma gidiyordu. Çubukları tekrardan elime aldım.
"Bir daha elin bu hale gelirse yedirmem haberin olsun." dedim. Gülümsemesi daha da büyüdü.
"Teşekkür ederim." dedi. Zil çalana kadar onu bir çocuk misali ağzına besledim. O gayet mutluydu. Tabi ben de öyle. Onun yanında durduğum her an kıymetliydi. Her lokmayı yuttuktan sonra başka bir şey anlatıyordu. Uzun süredir konuşmayınca anlatacağı şeyler birikmişti. Ara sıra anlattığı şakalara beraber güldük. Zilin çalmasını hiç istemesem de herşeyin bir sonu vardı. Zil çaldığında yemeği çoktan bitmişti. Kutuyu topladım ve oturduğum yerden kalktım. Tek elimi Gon'a uzattım. O da elimi tuttu ve birlikte sınıfa yürüdük. Okulun kapısından girdiğimizde Gon takım arkadaşları ile karşılaştı. Muhtemelen formasını değiştirip okul kıyafetini giyecekti. Bu nedenle arkadaşlarının yanına yürüdü. Tam gitmeden önce bana bir kez daha seslendi. "Bu akşam sınavlara çalışmak için bizde buluşuyoruz tamam mı?" Gon kafası matematiğe fazla basmadığından dolayı benden yardım alıyordu.
"Tamam." dedim o gitmeden önce. Sonra da ona karşılık el salladım. O koşarak uzaklaşırken merdivenlere yöneldim.
***
Yeni bir hikayeye başladım. İlk bölümüyle herkese selamlar. Şu aralar fazlasıyla Killugon'a sarmış durumdayım. Ama bu hikaye gonkillu. Aslında fluff bi hikaye olucağı için seme ukenin pek bir önemi yok ama belirtiyim yine de. Gon seme killua uke. Gon'un boyu Killua'da bir tık daha uzun. Bu arada ekstradan bir bilgi. Aklınızda bulunsun eğer bir shipte seme uke belirleyemiyorsanız boya bakın. Hayatımda sadece bir tane istisna gördüm ,ama istisnalar kaideyi bozmaz, boyu uzun olan seme kısa olan uke oluyor. Ama tabi aralarında bir santim gibi kısacık bir fark varsa değişebilir. Neyse boş yapmayayım. Hikayemden keyif almanızı umuyorum. Ve yorumlarınızı eksik etmeyin. (Her bölüme sevdiğim şarkılardan bir kaç tane koyucam eğer rock falan seviyorsanız hoşunuza gidebilecek şeyler alın dinleyin) (medyadaki grup en sevdiklerimden. Şarkılarının çoğu benzer. Ama olsun eğlenceli)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İyi Misin? - GonKillu
FanfictionO sırada biri koluma dokundu. Sıkı sıkıya kapattığım gözlerimi biraz gevşetip açtım. Mavi gözlerim onunkilerin ışıltısı ile ilk defa buluştu. O kadar parlaktılar ki ağlamama ara vermeme neden olmuşlardı. Titreyen ellerimi kulaklarımdan çekerken onun...