hayatımın büyük bir çoğunluğu insanları duymazdan ve görmezden gelmeye çalışarak geçmişti. o ağır sözlerin altında kalmamak adına hep kendimi dış dünyaya kapamıştım. en yakınımdaki insanlar, ailem ve benimle herhangi bir iletişime geçen kişilere karşı hep bir duvar örerdim. o duvarın her bir taşını kalbimdeki o derin yaralardan, kırgınlıklarından yapardım. o acılar şekil vermişti tüm yaşantıma.
kendimi insanlara kapatmamın bir diğer sebebi ise özgüvensizliğimdi. birine merhaba derken bile sesim titrerdi. zorunda olmadığım sürece kimse ile konuşmazdım. konuşamazdım çünkü. kekelemeye başlardım, ellerim titrerdi ve karşımdaki kişinin beni yargılayacağına dair o kendimi yediğim için birileri ile tanışma, konuşma olaylarından kaçardım hep.
tüm bunların tek sebebi ise küçüklüğümden beri ailem tarafından bastırılıyor olmamdı. çocuklarıyla övünen, destekleyen veya ona arkasında olduğunu daima hissettiren ebeveynlerden değillerdi. övünmek bir yana dursun özgüvenimi yerle bir eden sözleriyle beni daha çok kırarlardı. yüzüme karşı edilen hakaretler psikolojik şiddet bakımından oldukça güçlüydü. çünkü biliyorlardı, onlarla yıllardır yaşayan birini neyin üzeceğini. bilmiyormuş gibi yapmayı seçiyorlardı.
kendimi bu denli gözlemlediğim gibi başkalarına da yapardım aynısını fark etmeden. yalnızca birkaç haraketiyle aslında nasıl bir karaktere sahip olduğunu az çok anlayabilirdim.
bu yüzden bu koca okulda kendime en yakın bulduğum kişi chan'dı. her adımını temkinli atardı, insanları duymamak için çeşitli şarkılar dinlerdi, kendini okulun sessiz yerlerine saklar ve ona verilen her görevi en iyi şekilde yapmaya çalışırdı. eminim ki azminden değildi bu, insanlarla uğraşmayı sevmezdi.
yeonwoo senaryoyu okurken ben chan'ı izliyor onun mavi renkli kazağındaki örgüleri takip ederek derinlemesine düşünüyordum; tıpkı bu örgüler gibi birbirini takip eden tuhaf yaşantımı.
"minho baktın mı senaryoya, sevmediğin bir kısım var mı?"
yeonwoo'nun seslenişi üzerine kabaca göz gezdirdiğim senaryoyu düşündüm. tarihi bir konusu falan vardı sanırım, o kadarını anlamıştım.
"bana kötü gelen bir kısım yok. senin var mı?"
o da kafasını iki yana sallamıştı. benim rolüm ve yeonwoo'nunki arasında nasıl bir bağ var onu bile bilmiyordum aslında. tek yaptığım bir iki sayfaya bakıp geri kalan sürede kendi kendime düşünmekti.
"bu sefer ben de oynayacağım," dedi chan. zaten onun üzerinde oyalanan bakışlarım gözlerini buldu. heyecanla parıldayan kahverengi gözlerine baktım uzunca bir süre. bir şey olmuştu da kilitlenmiştim sanki. chan'ın neşeyle gülümsediğini gördüm sonra. genelde düz bir ifadeye sahip yüzüne yüzüne yerleşmiş hoş bir gülümsemeydi bu.
ben de gülümsedim onunla birlikte. heyecanına ortak olmak istedim, gözlerindeki o hoş parıltılar eksilmesin istedim fakat bitti işte. önce gülümsemesi düzleşti sonra da gözlerine çok yakışan o neşe parıltıları takıldı gülümsemesinin peşine.
yeonwoo ayağa kalktığında gitmemiz gerektiğini düşünüp ben de ayaklandım.
"biz derse gidelim chan. bu seferki oyunda seni de görecek olmak beni mutlu etti."
"görüşürüz minho," dedi gözlerime bakarak. sonra yeonwoo'yu hatırladı sanırım, ona da el salladı. "seni tanıdığıma sevindim, aramıza hoş geldin," dedi yarım yamalak gülümsemesiyle.
onunla konuşmak için çok istekli olsam da diğer insanlara karşı kendi ellerimle ördüğüm o duvarlar chan için de geçerliydi ne yazık ki. o bana bir adım atmadan ben ona yaklaşamazdım.
*
tuhaf bir yerde bitti... gözlerim ağrıyor ne diye yazmaya kalkıştıysam...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
karıncayı inciten yükler ≽ banginho
Fanfic"her şey yolundaymış gibi görünüyordu. ve herkes görünene aldanmaya hazırdı."