CAFUNÉ
©Arda Altıkulaç
Birkaç fırtına kopuyordu, hissediyordum içimde. Adına zihin verilen bir cehennem, en diplerinden duyulurcasına kükrüyordu sanki, yankıyordu kenarlara çarpa çarpa. Adı konulmamış, bir tanıma bağlanmamış bir şeydi belki de, sadece benim yarım yamalak cümlelerim açıklardı bendeki öznelliği ile. Bir farkı yoktu aslında, sadece benim yaşadığım bir şeyi bir başkasının açıklaması beklenemezdi. Bu haksızlık olurdu, koca bir haksızlıktı sadece.
Parmaklarım klavye tuşlarının üstünde gezinirken harfler birbirini kovalıyordu, sonrasında da ortaya çıkan kelimeler... Kelimeler birbirine dolanırken sonunda anlamlı anlamsız bir bütün, zihnimden düşen bir cümle çıktı ortaya. "Diri bir bedene ölü bir ruhu üflermişcesine, kırık ve çıkık; acı, rüzgarda savrulan bir yaprak kadar savunmasız." Ne yaşadığımdan, ne yaşandığından habersiz, habersizdik. Adına hayat denilen, belki de yaşamın bile olmadığı bir süre zarfına sıkışıp kalmıştım. Kirli düşüncelerin, kire alışmış zihnimi esir tuttuğu gerçeği yok sayılamayacak kadar barizdi. Kulaklara yayılan, ağızlardan çıkan hiçbir bağırış engel değildi buna, kaçınılmaz bir son bekliyordu benliğimi.
Hiçbir zaman intihara meyilli değildim, olmamıştım. Sadece ruhuma yüklenen acının, fiziksel olarak da beni ele geçirmesiydi isteğim, böylesi daha adildi. Bileğimin biraz ötesinde başlayan, neredeyse bir parmak uzunluğunu geçmeyecek bir kesik, şuanda eşitliği sağlıyordu. Acıyla sızlarken, kan dışarı firar etmeye devam ediyordu ancak bu bir şeyi değiştirmezdi. Kaybettiğim kan beni öldürmezdi, hayatımın gidişatını etkilemezdi. Sadece biraz kan, belki de acının sağladığı birkaç damla göz yaşından ibaretti benden gidecek olanlar, yeri her zaman dolacak olanlar.
Bir zihnin kırıkları, avucumun içine dolup yaralarken beni; kırık bir zihnin, sarhoş bir kalpten geçtiğini hissettim. Ölüme sadece bir kaç adım yaklaşmak bile düşünce yapınızı değiştiriyor, tanıyıp anlamlandıramadığınız bir hale sokabiliyordu; oysa ben öleceğimi düşünmüyordum bile. İçtiğim şarabın sarhoşluğu, ya da hissettiğim adrenalinin heyecan verici etkisiydi belki de ama değişkendi. Bir kelime, bir hareket, bir an bile yeterdi değişmeye, insanı değiştirmeye. Kararsız ve tutarsızlığın ele geçirmeye yüz tuttuğu bir zihne sahip olmak daha da zordu. Oysa insan kendini kandırır, her şeyin düzeleceğine ve daha iyiye gideceğine inanırdı. Zamanın onu aldatacağını düşünemez, üstündeki yükü ona yüklerdi. Zaman buydu, ama tanımı pekte zordu; sahi, neydi zaman? Zaman hangi tanıma uyardı? Hayatınızı yaşadığınızı hissettiğiniz her an mıydı, yoksa yaşayıp yaşamadığınızı önemsemeyen yaşamın tamamı mıydı zaman? Yapılan onlarca, yüzlerce tanımdan hangisine sığınmak isterseniz oydu zaman, hangisi hoş gelirse oydu zaman. Bana hangisiydi zaman, hangi yönünü gösteriyordu? Zaman yaşamadığımız, yaşayamadığımız zamanları da kendisine ekleyerek artan, sonsuz bir döngüydü. Böylelikle insan hayatı da sonsuz olabilirdi, ama insan yaşamanın etkisindeyken yaşamamanın getirdiklerini unutuyordu. Ancak ölüm, zamanın getirdiği en güzel şeylerden olabilirdi, acı dünyadan kurtulduğunuz bir ödüldü.
Acı ölümü getirir, zaman da ölümü getirirdi. Ancak zaman ve acı, birbirini körükleyen iki şeydi. İkisi de birbiriyle gelir, birbirini getirirdi. Acı bir ruhu, zaman bir bedeni öldürmenin en zor ve en yaygın yoluydu. Acıyı çekmek, zamanın bitmesini beklemek, bu sonsuz döngünün içerisine girmek kendileri kadar acıydı. Adı üstünde, acı acıydı, kendisini körüklerdi. Benim gibi, zararı sadece kendineydi, hayatında tek zarar verdiği şey kendisiydi. Doğrusu ben neydim, nasıldım, tanımlamak daha da zordu. Zamanın da, acının da tanımından zordu beni çözmek, zihnimin yapısını ortaya sermek. Gerçi kolay ve basit birisi olmaktansa, hisleri pek anlaşılmayan, karanlık bir havası olan birisi olmak daha da işime geliyordu. Işığın ortasında, herkesin sizi gördüğü bir konumda yaşam zordu, her hareketiniz eleştiriye açıktı ve temkinli olmanız gerekirdi. Işık bu yüzden kötüydü, gözükenin aksine karanlıktan daha da kötü ve acımasızdı. Karanlık bir geceyi aydınlatması ışığın iyi yönüne işaretti ama aslında önemli olan, gecenin; tam anlamıyla aydınlatılamayacak kadar koyu olmasıydı.
Parmaklarımı kızıla boyayan kan, bendeki acının elle tutulur ama saydam bir kanıtıydı. Yerdeki kırık kadeh, öfkenin nesneleşmiş haliydi. Saçlarım arasından yüzüme düşen gölge, ışığın ihanetinin bir iziydi. Çıplak göğsüme damlayan, oraya rengini bırakan kan, acının tarifiydi. Ateş düştüğü yeri yakar, acı acıyı körüklerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CAFUNÉ
Teen FictionBeyaz fayanstaki birkaç damla şarap, kendilerince şekillenirken başımın döndüğünü hissettim. Elimdeki kadehi sıkıca tutarken benim gibi dikilmekte olan bedene kilitledim gözlerimi. Sarhoş olmuş, elindeki kadehi çoktan zemin ile buluşturmuştu ama irk...