Pim stones- the life we could have had
Cüzdanından kartını çıkarıp uzattı gülümseyerek. İçinde bugünü diğerlerinden çok farklı kılan bir his vardı. Yanına gelenleri süzdü. Mutlu görünüyorlar diye geçirdi içinden. O da gülümsedi tekrardan.
Kahvesi hazır olunca kartını da alıp kafenin kapısına ilerledi. Dışarıya adım attığında aldığı kokuyla burnunun direği sızladı. Ayaklarını sanki koca koca çivilerle sabitlediler oraya. Kafasını eğdi hemen. Anında anladı Jimin. Anında bugünün hissine sebep olacak şeyi kavradı.
Gözlerini kaldırmak istemiyordu. Onu görmeyi hiç istemiyordu. Onun hissettirdikleri hâlâ başını döndürürken bir de onu görmeye hazır değildi.
"Jimin."
Jimin kulaklarına ulaşan sesle başını daha da eğdi yere. Akmaya hazır olan yaşı düştü sol gözünden. Ne sese cevap verebildi ne de başını kaldırabildi.
Güçlü adım seslerini duyduğundaysa titredim koyu kahve postallar hemen önünde durunca ellerini nereye koyacağını şaşırdı.
"Bebeğim. Ben geldim."
Yakından gelen sesle özlemi daha da gün yüzüne çıktı, daha ne kadar artabileceğini kestiremediği özlemi onu daha da dibe çekti.
O Jungkook'u her zaman özlediğinden daha da özleyebilirdi. O Jungkook'u yanındayken bile özlerdi.
Aniden gelen güçle başını kaldırdı. Güzel gözlerle gözleri kesiştiğinde yer ayağından kaydı. Sanki kıyamet kopuyordu. Hani her an ayağının altındaki asfalt yarılacaktı da ikisine de içine alacaktı.
Ne yapacağını şaşırdı. Çok korkuyordu gerçekten. Yılların özleminin birden başına vurması onu öldürüyormuş gibi hissetti.
Tanrım ölüyorum, tut ellerimi, diye haykırdı içinden.
Tanrı belki Jimin'in ellerini tutamayacaktı ama ona ellerini tutacak birini göndermişti zaten. Onun ellerini her zaman sıkıca kavrayıp onu her şeyden çok seven kişiyi göndermişti.
Jimin titreyen ellerini hareket ettirdi aniden, gözlerini sevgilisinin gözlerinden ayırmadan. Elleri sıkıca yapıştı Jungkook'u haki ceketine. Tutunduğu daldı yine.
Gözlerinden akan yaşlardan dolayı seçemiyordu belki gözlerini tam olarak ama öyleyken bile biliyordu nasıl olduğunu. Nasıl hissettirdiğini. Yıllar geçse de değişmezdi çünkü. Her geldiğinde aynı bakardı. Ne kadar uzun süre giderse gitsin geldiğinde aynısı olurdu. Asla değişmezdi. Hatta belki daha çok severdi.
"Geldin."
"Geldim, bebeğim." Jimin daha da uzak tutamadı kendini. İki dakika bile çok zordu aynı havayı solurken ona temas edememek. Parmak uçlarına çıkıp sardı incecik kollarını Jungkook'a. Güçlü kollar beline dolandığında hıçkırıkları güçlendi farkındalıkla.
Tanımadığını bir sokağın ortasında onlarca tanımadığı insan yanlarından geçerken evde hissediyordu.
Çünkü gelmişti Jungkook.
Jimin'in dünyası gelmişti.