3 Nisan 1996
23.48Ayağa kalktı, tekrar oturdu.
Derin nefesler alıyor, bir yandan da ellerini boynuna götürüp duruyordu. Draco Malfoy, kendisiyle savaşıyordu. Geçen günlerde olduğu gibi kazanmayı umuyordu.
Sarışın genç kafasının içinde yaşamaya alışıktı. Yalnız kalmaktan, güneşin batmasından nefret ederdi. İnsanların uyumasından nefret ederdi.
Çünkü dünya sessizleşince kafasının içindeki gürültüyü bastıracak hiçbir şey kalmazdı.
Kendisiyle konuşmak onun için yemek yemek, su içmek ve hatta nefes almak kadar sıradandı. Çünkü bütün bunları yaparken bile sesler bir türlü susmazdı. Dudakları kıpırdamazdı, kendi sesini yalnızca kendisi duyardı.
Bunu insanlara söyleyemezdi, zaten nasıl söyleyebilirdi ki? Yaşlı cadı McGonagall'a, o gözünün içine baka baka ders anlatırken, kafasının içinde kendisiyle konuştuğunu söyleyemezdi. İksire yanlış malzeme attığı zaman sinirlenen vaftiz babasına, üç saat önce konuşulan bir konuyu baştan konuştuğunu söyleyemezdi. Tek bir tebessümü için gözlerinin içine bakan ailesine, onların yüzüne baktığı her an, ölürse ne hissedeceklerini kurduğunu, içinden tekrar tekrar yaşadığını söyleyemezdi.
Onların hissedeceği şeyleri tahmin etmeye çalışıp on katını hissettiğini söyleyemezdi.
Hiç kimseye, kafasının içinde yaşanılanlara ayak uydurmaya çalışırken gerçek hayatı kaçırdığını söyleyemezdi.
Bütün bunların yerine, düşünceler durana kadar içerdi.
Hep böyle yapmıştı, işe de yaramıştı.
Ta ki birkaç gün öncesine kadar.
Kendisini seven insanların gözünün önünde çatıya çıkmıştı. Daha da kötüsü, atlamıştı.
Potter haklıydı. O süpürgesiyle orda olmasaydı ne olacaktı? Eğer o şekilde ölseydi ne olacaktı?
Draco o günden beri ağzına bir damla alkol sürmemişti. Çünkü alkol sorunu yüzünden, alkolle kaçmaya çalıştığı iblislerin tam da kucağına düşmüştü.
Derin bir nefes aldı. Gözlerini kapatıp yüzünü ovuştururken bir yandan da az önce kalktığı yere geri oturdu. Ama sanki az önce nefes alan o değilmiş gibi, ciğerleri yandı. Tekrar nefes aldı. Tekrar, tekrar ve tekrar.
Potter haklıydı. İçince bambaşka bir insana dönüşüyordu ve Draco o insan olmak istemiyordu.
Ama ayık halinin sevilecek bir tarafı olmadığını söyleyen de oydu.
"Ah, kapa çeneni!" diye inledi kafasına vururken. Yaptığı hareketin saçmalığını fark edince sertçe yutkundu. Derin bir nefes daha aldı. İçinden kendi kendine tekrarlamaya başladı. Seviliyorsun, değerlisin ve hak ediyorsun. Seviliyorsun, değerlisin ve hak ediyorsun. Seviliyorsun, değerlisin ve...
"Kahretsin!" Titreyen elleri yatağını kavradı. Üstünde uyuduğu sünger parçasını kaldırdığında arkadaşlarının bir türlü bulamadığı zulası gözler önüne çıktı.
Eli içkilere gidip dokunamadan geri dönüyordu. Bağımlılığını kabul etmesi kolay olmamıştı, şimdi biraz daha bilinçli olduğunu düşünüyordu. O, şu an olduğu kişiden çok daha fazlasıydı. İrade sahibiydi, zayıf biri değildi. Kendisine hakim olabilirdi.
Ne var ki, olamıyordu.
Dudaklarının titrediğini burnu karıncalanana kadar fark edememişti. Gözleri deli gibi yanıyordu, bundan zevk alması normal miydi? Ağlamamak için kendisini o kadar çok sıkıyordu ki kemikleri ağrıyordu. Bu bile başlı başına kafasını karıştırıyordu.
Tekrar yutkundu, artık boğazı acıyordu. Elini kendisine geri çekti ama sanki kontrol onda değilmiş gibi şişelere geri uzandı. Birine dokundu, ateşe değmiş gibi geri kaçtı.
Pansy gencin odasına girdiğinde saat on ikiyi geçiyordu. Blaise'le odanın önüne kadar gelmiş, içeriden gelen sesleri duymuşlardı. Pansy esmer büyücüyü ortak salona yollamıştı. Draco onun yanında biraz daha rahat ediyordu.
Kapıyı açtığında tam da tahmin ettiği gibi, duvar dibinde ağlayan arkadaşını görmüştü. Görmeyi beklemediği şey, aylarca aramalarına rağmen bulamadıkları zulasıydı ve daha da beklenmedik olan şey dokunulmamış olmasıydı. Draco'nun tek yaptığı karşıdan içkilere bakarken iç çeke çeke ağlamaktı.
Pansy göğüsünün sıkıştığını hissetti. Hiçbir şey söylemeden kapıyı örttü ve arkadaşına doğru ilerleyip yanına çöktü.
Draco, sanki bunu bekliyormuş gibi, cadının kucağına devrildi. Ağlamaya devam ederken kızın saçlarını okşamasına izin verdi.
"Yapamıyorum... yapamıyorum..." Çocuğun sayıklamaları, cadının yeşil gözlerinden iki damla yaş akmasına sebep oldu.
"Yapıyorsun, Draco, yaptın." diye cesaretlendirmeye çalıştı gri gözlerin sahibini. Kendisinin de pek umudu yoktu, kimi kandırdığını o da bilmiyordu.
"Yapamayacağım." diye adeta inledi. "Nefes alamıyorum, beni hasta ediyor anlamıyorsun! Bir türlü durmuyor Pansy..."
Sarışına umut verecek bir şeyler söylemeyi çok istedi. Her şeyden çok istedi ama yapamadı. Ağzını bir şey söylemek ister gibi araladı ama hemen sonra geri kapattı. Bu durum birkaç saniye boyunca tekrarlandı. En sonunda cadının dudaklarından da ince bir hıçkırık kaçtı.
Teselli edemiyordu ki... Tek yapabildiği onun için üzülmek, onunla birlikte ağlamaktı.
Ne işe yarıyordu? Nasıl bir arkadaştı böyle?
Draco'nun soluk suratını dinginlik kaplarken Pansy çocuğun uyuyakaldığını fark edemedi bile. İkisi saatlerce yerde öylece kaldı. Draco odalarının zemininde, Blaise ortak salondaki koltukta uyuyakaldı.
Pansy sabaha kadar ağladı.
Sokakta/sosyal medyada gördüğümüz insanların aslında neler yaşadığını hiçbir zaman bilemeyiz.
Oy vermeyi unutmayın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
why'd you only call me when you're high? || Drarry Texting
Fanfiction[Tamamlandı] Malfoy'dan 27 cevapsız arama Evet, açıklama bu kadar. •Bu Harry Potter evreninden bir Drarry hikayesidir. Birkaç bölüm hariç bütün bölümler yazışmadan oluşmaktadır. •Arctic Monkeys'in Why'd You Only Call Me When You're High şarkısından...