23

1.8K 239 82
                                    

9 Nisan 1996
21.32

Harry, şatodan çıktığı anda suratına çarpan soğuk havayla adımlarını hızlandırdı.

Koşar adımlarla ilerlerken bir yandan da kendisiyle çatışma halindeydi. Sana ne Malfoy'dan? Ne hali varsa görsün.

Vicdan azabı mıydı onu bu saatte dışarı atan bilmiyordu ama sarışın olanı bulmak için içinde karşı konulmaz bir istek vardı. Ayrıca, inkar edecek değildi, geçen gece telefonda konuştuklarından beri Malfoy'a karşı sempati besliyordu. Onun da kırılgan olabileceğini hiç düşünmemişti.

O yönüyle karşılaşmak Harry'e güzel bir sürpriz olmuştu.

Kara Göl'e on adım uzaklıkta, kalın gövdeli bir ağacın dibinde, platin sarısı saçların sahibini görünce adımlarını oraya doğru yönlendirdi. Draco Malfoy kim ne derse desin estetik bir görünüşe sahipti. Numune bedeni kağıt kadar beyazdı ve saçları gece gökyüzündeki yıldızlar kadar parlaktı. Gözleri o kadar nadir bir renkti ki belki de koskoca İngiltere'de bu gözlere sahip olan iki kişiden biriydi. Diğeriyle de soyadları birdi.

Harry, düşüncelerinden sıyrılıp çocuğun yanına vardı. Varır varmaz da kendisine odaklanmış boş bakışlara aldırmadan üzerindeki cübbeyi çıkarttı. "Ne..." Malfoy'un anlamsız söylenme girişimi, etrafına sarılan cübbeyle kesildi. Sarışının büyüleyici gözleri şaşkınlıkla irileşti ama ağzını açıp bir şey söyleyemedi. Harry de bundan cesaret aldı.

Olayı bir sonraki seviyeye taşıyan kuzgun saçlı genç, sarışının hemen dibine oturarak onun kendisine şaşkınlıkla bakmasını önemsemeden kollarını soğuktan titreyen ince bedene sardı.

Draco, sonunda şaşkınlığını üzerinden atmış olacak ki, Harry'nin kollarının arasından silkelenerek çıktı. "Kafayı mı yedin sen?"

Harry, göz ucuyla yere devrilmiş şişelere baktı. Ardından bir şey çaktırmadan Draco'ya döndü. "Alkol vücut ısını düşürdüğü için fark etmiyorsun, hava çok soğuk. Hasta olacaksın."

"Seni ilgilendiren kısma ne zaman geliyoruz?"

Harry gülmemek için dudaklarını dişledi. Draco belli ki kuyruğu dik tutmaya çalışıyordu ama bayık bakan gözleri ve bazı harflere dönmeyen diliyle pek başarılı olamıyordu.

"Neden bu kadar huysuzsun?"

"Ah, neden acaba..." Harry, karşısındaki çocuğun yüzüne çok sık takılıyordu. Ama kendisini de suçlayamıyordu, Malfoy'un dikkat dağıtıcı bir etkisi vardı.

Harry'nin Draco'nun bu söyleminin üzerine bir şey dememesi, aralarında sessizlikle geçen sürenin dakikalardan saatlere dönüşmesine sebep olmuştu. İkisi de konuşmamaya yemin etmiş gibiydi. Bu yüzden duydukları tek ses gececi kuşların cıvıltılarıydı.

Harry sessizlikten rahatsızdı. Zaten cübbesini vermiş olmasına rağmen Draco'nun hala üşüdüğünü düşünüyor ve çocuğu içeri sokmanın yasa dışı olmayan bir yolunu bulmaya çalışıyordu.

Draco da sessizlikten rahatsız olmuş olacak ki usulca mırıldanmaya başlamıştı.

Sessizliğin bu mırıltıyla bölünmesi Harry'nin ilgisini anında çekmişti. Başını çevirip yanında oturan çocuğu inceledi.

Draco gözlerini kapatmış, kollarını bacaklarına sarmış bir şekilde öylece dururken Harry'nin bilmediği bir şarkı mırıldanıyordu. Üzerindeki Gryffindor cübbesi öyle emanet duruyordu ki Harry bir kez daha seçmen şapkaya hakkını vermek zorunda hissetti. Draco Malfoy tam bir Slytherin'di. Öyle ki Harry onu Gryffindor Ortak Salonu'nda hayal bile edemiyordu.

"Neden hala burdasın?" diye fısıldadı Draco. Gözleri hala kapalıydı, sadece mırıldanmayı bırakmıştı. "Beni acı çekerken görmekten zevk aldığını biliyordum."

"Şu saçmalığı kafandan sil." diye söylendi Harry. "Acı çekmenden zevk almıyorum. Sadece acı çekeceksen de bunu tek başına yapmamanı tercih ederim."

"İnanmış gibi yapacağım..." Derin bir nefes alıp üzerindeki cübbeye daha sıkı sarıldı. Arkasına yaslanıp bacaklarını toparladı.

Kuzgun saçlı oğlan, sarışın olana bakmamak için kendisiyle savaşıyordu. Ne var ki dakikalar geçmişti ve Draco'dan hala ses çıkmamıştı. Bu yüzden Harry daha fazla dayanamadı ve ağaca yaslanmış olan çocuğa baktı. Kaşları çatılırken emekleyerek ince bedene biraz daha yanaştı.

"Malfoy?" Draco'dan yine ses çıkmayınca fark ettiği gerçekle karnı iki büklüm oldu.

İçindeki bu hislere inanamıyordu. İnsanların karnında kelebekler uçuşmak derken kast ettiği şey bu muydu? Harry, uzanıp sarının en güzel tonu saçları okşadığını, Draco bu hareketten zevk alıp onun kucağına yatana kadar fark edememişti bile. Sanki eli kendiliğinden gitmişti.

Şimdiyse yeşil gözlerini, kucağında usulca uyuyan ay yüzlü çocuktan çekemiyordu. Neden böyle hissediyorum? Nasıl?

Harry, bu sorulara yakın zamanda cevap bulabileceğini sanmıyordu. Bu yüzden daha fazla düşünmek yerine Draco'yu cübbeye biraz daha sarıp kucağına aldı. Şatoya girip zindanlara doğru ilerlerken de göz ucuyla çocuğu kontrol etmeyi ihmal etmiyordu.

Sonunda kapının önüne geldiğinde yolun bu kadar çabuk bitmiş olması canını sıkmıştı. Taş duvara ayağıyla birkaç kez vurdu ama kimse açmadı. Orda öylece dikilirken kapıyı açmazlarsa ne yapacağını düşünüyordu. Kucağındaki Slytherin'i Gryffindor kulesine çıkartamazdı ya... İnsanlar ne derdi?

Neyse ki hiçbirine gerek kalmadan kapı açıldı. Son sınıf bir cadı Harry'e ve kucağındaki Draco'ya yalnızca bir saniye baktı.

Harry'den bir açıklama bile beklemeden arkasını dönüp içeri geri girdiğinde Harry kafası karışmış bir şekilde arkasından baka kalmıştı. "Blaise!"

Bu bu kadar sık mı oluyor gerçekten, diye düşünmeden edemedi Harry. Birkaç saniye sonra Blaise Zabini kapıya gelip ikiliye baktı.

"Sağ ol, Potter." dedi koyu tenli genç sarışını kuzgunun kollarının arasından alırken. Başka hiçbir şey söylemeden de kapıyı kapatmıştı. Ne bir açıklama, ne bir sorgu.

Harry, Slytherin Ortak Salonu'nun önünde, aklında onlarca soruyla baş başa kalmıştı.




Oy vermeyi unutmayın lütfen<3

why'd you only call me when you're high? || Drarry TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin