Lisansım için gittiğim İsveç'te oranın yerlisi olan bir adam vardı. İlk kez evimin kapısından içeri girmek üzereyken karşılaşmıştık. Bana kendi dili ile bir şeyler söylemişti ama o zamanlar İsveççe ile aram şimdiki kadar iyi olmadığından ona bakmakla yetinmiştim. Neyse ki anlamadığımı fark ederek İngilizce konuşmaya başladı. Söylediğine göre onunla komşuymuşum ve İsveçliler yeni tanıştığı komşulara kahve ikram ederlermiş. Henüz dillerini öğrenemesem de İsveçlilerin kimse ile gereksiz diyaloğa girmeyen soğuk insanlar olduğunu fark etmiştim. Bu yüzden karşımdaki adamı umursamadan evime girerek kapıyı ardımdan kilitledim. Sonraki günler ben dışarı adımımı attığım an karşımda beliriyor gideceğim yere bırakmayı teklif ediyordu. Ben sürekli olarak reddetsem de o hiçbir zaman vazgeçmiyordu. Bazen spor ve şık bazen takım elbiseli bazense sadece eşoftman altı ve dağılmış saçlarıyla alelacele açtığı kapıdan bana şapşalca gülümsüyor ardından sorusunu soruyordu.
Yine bir gün üzerinde kırmızı kazağı elinde ceketi ve parfümünün havada bıraktığı hoş koku ile çıktı karşıma. Yüzündeki gülümsemenin ardından gelecek soruyu beklemeden ben konuştum.
"Teşekkür ederim ama beni almaya biri gelecek"
O gün o adamın yüzünde oluşan ifadenin bir kopyası bugün Yavuz Erdemin de yüzünde oluştu. Umursamadım. Adımlarımı onun arabasına yönlendirerek arka koltuğa yerleştim.
Önemli bir faktörü unutarak...
"Asel gerçekten dönmüşsün."
Sahte bir unutkanlıkla yanı başımda oturan ablama döndüm.
"Pardon çıkaramadım."
"Hadi oradan benim gibi güzeli unutmaya imkanın yok."
Doğru söylüyordu. Ablam beyaz teni kırmızı saçları ve masmavi gözleriyle çok güzeldi. Böyle bir güzeli unutmak mümkün değildi.
"Ne kadar da mütevazi bir kadın..."
"Ben kendimi biliyorum bebeğim."
Bunu söylerken saçlarını geriye atmış dudaklarına gülümseme kondurmuştu.
"Gel buraya çirkin şey."
Kollarını boynuma sımsıkı sardı birden. Uzun zamandır kimse ile sarılmamıştım. Bu yüzden birkaç saniye ne yapacağımı bilemesem de en sonunda ellerimi omuzlarına koyarak karşılık vermeye çalıştım.
Ablam Aysel oturduğumuz topraklara içimize işleyen kültürümüze rağmen ayakta durmayı başarmış güzel bir kadındı. Kadın tarafı evde oturur kadın dediğin evlenip kocasına bakar diyen komşularımıza inat dimdikti omuzları. Yalnız geçirdiğim yıllar beni ona benzetmişti. Sadece onun daha soğuk versiyonuna...
"Sen ağladın mı?"
Ayrıldığımız zaman söylediğim ilk cümle bu olmuştu. Onu gördüğüm an fark etmiştim aslında kızarmış mavi gözlerini.
"Evet seni görmeden önce ağlıyordum nedenini sorma sakın ama şimdi çok iyiyim çünkü beni her daim koruyan küçük kardeşim burada. Dövmeni istediğim o kadar insan var ki..."
Pekala lise yıllarım pek sakin geçmemişti. Kavgalarımın çoğunluğu ablama laf atan erkek ve ona kıskaçlıkla bakan kızlar yüzündendi. Belki arada çok az bir miktarda da kendi kavgalarım da olabilirdi. O yıllar pek de şimdiki gibi değildim.
"Büyü artık Aysel insanları döverek bir yere varamazsın."
Ne zaman hareket ettiğini bilmediğim araba ani bir firenle durdu. Şoför koltuğuna oturan Yavuz Erdem uzanarak bana doğru döndü. Gözlerimi dolmuştu onun? Tek kaşımı kaldırarak ablama döndüm büyük bir hayal kırıklığı vardı yüz ifadesinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nayino
ChickLitGiden bir kadın ve ilk adımı çok yanlış atan adamın öyküsü. "Söylesene Nayino, hiç mi acımazsın bana? Hiç mi düşmem yüreğine?"