XLVIII.

27.3K 1.4K 421
                                    

Cumartesi günü, mesaimin bitmesine henüz çok varken Onat'ın kafeden içeri girdiğini gördüğümde adeta şok geçirmiştim. Onat Cumartesi günlerini evde çalışarak geçirirdi ve benim de mesaimin kaçta bittiğini bilip, ona göre gelirdi beni işimden alıkoymamak için.

Onun içeri girmesiyle birlikte bir rüzgar da beraberinde kafeye yayılıp akciğerlerime nüfus etti sanki. Ferahlatıcı bir etkisi vardı.

"Hoş geldin?" Bir yandan ağzım kulaklarımda, soru sorar gibi verdiğim bu tepkiye karşı hafifçe gülümsedi. Güneş gözlüklerinden ötürü gözlerini tam iyi göremesem de, mimiklerini ezbere bildiğim için canının biraz sıkkın olduğunu az çok anlayabilmiştim. "Hayırdır?"

"Seni almaya geldim güzelim." Güzelim mi? Güzelin miyim gerçekten diye bağırmamak için kendimi zorlukla tutarak derin bir nefes alıp güzelim kelimesinden öncesine odaklandım.

"Beni almaya mı geldin?" diye sordum şaşkınlıkla. "İyi de mesaimin bitmesine daha saatler var."

"Patron sevgili kontenjanı."

Gözlüğünü başının üzerine yerleştirdikten sonra bana göz kırparak Ülker Bey'in odasına doğru yürümeye başladığında arkasından bakakalmıştım. Ona kurtarıcım mı demeliydim, yoksa yapacağı şeyden onu vaz mı geçirmeliydim bilemeyerek gidişini izlemiştim. Aslında sevgili kontenjanını kullanmayı kesinlikle istemiyordum. Bunu daha önce farkında olmadan pek çok kez yapmış olduğumu bilmek bile beni rahatsız hissettiriyordu ama Allah aşkına, hava mükemmeldi! Bugünlük rahatsız olmasam ne olurdu ki sanki?

Onat'ın gözlerden uzak olduğu birkaç dakika içerisinde aldığım siparişi mutfağa iletmek üzere içeri girdiğimde, Engin'in üzgün üzgün mutfak tezgahını temizlediğini fark ettim. Aslında, gününün üçte birini uyuyarak, üçte birini üzülerek, kalan üçte birini de üzgün değilmiş taklidi yaparak geçiriyordu. Taklit yaptığı zamanlar genel olarak Tufan'ın yanında olduğu zamanlardı.

"Engin yardım et!" dedim bir elimi göğsümün üzerine dayayarak.

"Ne? Ne oldu?" Engin ruh halinden sıyrılıp endişe içerisinde elindeki sarı bezi tezgaha fırlatırken, "İçim bayıldı!" diyerek dizlerimin bağı çözülüyormuş numarası yaptım. "Seni asık suratlı görmekten ötürü!"

"Geri zekalı." Bana yaklaşarak kafama bir tane pat diye vurduğunda yüzümü buruşturdum.

"Asık suratlı ve öfkeli."

"Nazlı ve dayak isteyen."

"Sevgilisini üç yıllık bir savaşa gönderen Engin'in en yakın arkadaşı Nazlı, arkadaşının sevgilisinin harpten sağ çıkması için Tanrı'ya dualar ediyordu," dedim not aldığım sipariş kağıdını yırtım onun önüne koyarken. "Ama savaş kanlıydı, özellikle Fransa cephesinde. Tüm umutlar tükeniyordu-"

"Vallahi billahi bir sonrakini ağzına yersin Nazlı."

Sinerek bir iki adım geriledim. Bununla da hiç uğraşılmıyordu ha son zamanlarda. "Seni Tufan'a şikayet ederim," dedim işaret parmağımı ona dikip sallayarak. "Engin sürekli ücra köşelerde ağlıyor derim. Ağlamadığı zamanlarda beni döverek stres atıyor derim."

"Stres atmama ramak kaldı."

"Of tamam be." Kollarımı mutfak tezgahına dayayarak yalnızca üç saniyeliğine susup kirpiklerimin altından siparişleri okuyan Engin'i izledim. Dördüncü saniyede dayanamamıştım. "Oğluşum üzülmesin ama."

Bana yandan bir bakış attı. Yine de ara sıra ona anaçlık taslamamdan hoşlandığını biliyordum. "Senin bana yapışmaktan daha önemli işlerin yok mu?"

Mavinin Maviyle Buluştuğu ÇizgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin