Karanlıkta uyandı. Ağustos başı olduğundan onu koydukları küçük oda çok sıcaktı. Ateşi olduğundan böyle hissettiğini düşündü. Ertesi sabahları hep çok ateşi olurdu. Onu pencereli bir odaya koyarlardı. Ama birkaç ay önce pencereyi parçalamayı başarmıştı. Parmaklıklar olmasaydı muhtemelen kaçmış olurdu. Büyüdükçe onu daha çok kısıtlamaları gerektiğinden bahsettiklerini duymuştu. Bunu düşünmemeye çalıştı.
Açlık hissini anımsadı. O kadar yoğundu ki öfkeye dönüştü. Saatlerce heveslice uluduğunu, hücrenin etrafında dönüp durduğunu hatırladı. Belki bugün derslere girmemesine izin verirlerdi ve uyuyabilirdi. Zaten yaz tatiliydi ve diğer tüm çocuklar futbol oynamak ve televizyon izlemekte özgürken onun dersleri olması adil değildi.
Ayağa kalkıp eklemlerindeki her ağrı ve çıtırdamaya dikkat ederek gerindi. Sol kulağının arkasında yeni bir pençe izi ve sağ kalçasında derin bir ısırık vardı.
Eliyle başına çok yakın olan tıraş edilmiş kısmı ovuşturdu. Saç kıllarını parmaklarıyla hissetti. Bundan nefret ediyordu ama yuvadaki her çocukta aynı, keskin üçe vurulmuş saç modeli vardı. Bu hafta sonları şehre gitmelerine izin verildiğinde herkesin onların St. Edmund'un çocukları olduğunu bilecekleri anlamına geliyordu -ki muhtemelen amaç da buydu zaten-.
Dükkan sahipleri kime dikkat edeceklerini biliyolardı. Oğlanlar daha önce beklentilerini altüst edecek bir şey yaptığından değil, ama onlara hep toplumun tortusu ve istenmeyen bireyler oldukları söyleniyordu. Öyleyse neden bir hasara sebep olmasınlardı ki?
Remus salonun sonunda ayak sesleri işitti. Matron'du. Onun kokusunu alabiliyor, kalp atışlarını duyabiliyordu. Yaşadığı olaylardan birinin ardından duyuları kalıcı bir şekilde güçlenmişti. Sıcağa rağmen etrafına bir battaniye sararak ayağa kalktı ve daha iyi dinleyebilmek için kapıya doğru yanaştı. Yalnız değildi, yanında bir adam vardı. Eski ve bir şekilde... farklı kokuyordu. Remus' a belli belirsiz babasını anımsatan yoğun, demir bir koku.
Sihirdi.
''Ayırdığın zamana değeceğinden emin misin?'' Matron yabancıya soruyordu. ''O bizim gerçekten en kötü vakalarımızdan biri.''
''Ah evet,'' diye cevapladı yaşlı adam. Sesi zengin ve çikolata gibi sıcaktı. ''Çok eminiz. Onu tuttuğunuz yer burası mı? Şey sırasında...''
''Bölümleri.'' diye kısaca bitirdi baş hemşire cümleyi genizden gelen sesiyle.
''Kendi güvenliği için, son doğum gününden beri ısırmaya başladı.''
''Anlıyorum.'' Yaşlı adam kaygılıdan çok düşünceli bir sesle cevap verdi. ''Sorabilir miyim hanımefendi, genç adamın ızdırabı ile ilgili neler biliyorsunuz?''
''Bilmem gereken her şeyi.'' diye yanıtladı Matron soğuk bir şekilde. ''Beş yaşından beri burada ve bizim için her zaman bir sorun oldu. Sırf sizin türünüzden biri olduğu için değil ama bir sorun.''
''Benim türüm mü?'' diye sakin ve huzursuz bir cevap verdi adam. Matron sesini neredeyse fısıltıya indirerek konuştu ama Remus hala duyabiliyordu.
''Kardeşim de sizden biriydi. Yıllardır görüşmedik elbette, ama ara sıra benden birkaç iyilik istiyor. St. Edmund's çok özel bir kurumdur. Sorunlu vakalar için fazlasıyla donanımlıyız.''
Remus anahtarların çıkardığı sesi duydu. ''Şimdi öncelikle onu görmeme izin vermelisin. Sık sık kontrol edilip iyileştirilmeye ihtiyacı var. Zaten bunu biliyorsan neden onu bir dolunaydan hemen sonra görmek istediğini anlamıyorum.''
Yaşlı adam cevap vermedi. Matron rugan topuklularıyla taş zeminde tıkırtılar çıkararak Remus'un odasına doğru yürüdü. Kapıyı üç kez çaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
All The Young Dudes (Türkçe)
FantasyOnu sadece bir kereliğine davet etmelerini diledi. Her zaman dışarıda bırakılan kişi olmamayı diledi, James kadar yakın bir arkadaşının olmasının nasıl bir his olduğunu bilebilmeyi diledi. Her zamankinden daha çok, konuşabileceği birisinin olmasını...