Yıl: 1784
"Prenses Lalisa, Kraliçemiz taht odasında sizi bekliyor." Kapımın ardında duyduğum ses ile bıkkınlıkla nefesimi verdim. Sonrasında ayna karşısındaki koltuğumdan kalkıp elbisemin eteklerini düzelttim. Büyük ve uzun kapıya doğru yönelip iki kolu kendime doğru çektim. Karşımda iki eli önünde duran cariye Chaeyoung'a baktım.
"Haber verdiğin için teşekkür ederim Chaeyoung. Bugünlük saray hamamında yıkanabilirsin." dedim, gülümseyerek.
Cariyenin gözleri hemen sonuna kadar açılmıştı. "Ama prensesim, kraliçemiz izin vermez. Duyarsa kıyametleri koparır başımıza." Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden elimi omzuna attım. "Suçu bana yıkabilirsin, dinlenip rahatlamaya ihtiyacın var. Hem, akşamki taç giyme töreninde bir çok yakışıklı beyefendiler olacak. Gözde cariyem olarak senin pasaklı durman yakışır kalmaz." Lafımın arkasından ikimizde gülmüştük. Chaeyoung başını sallayıp saray hamamına doğru yol aldığında bende annemin yanına doğru ilerlemiştim.
Açıkçası, üzerimde gösterişi olmayan bir elbise vardı ve tacımı takmamıştım. Öte yandan saçlarımın taranması gerekiyordu. Annemin bu tarz şeylerin üzerine titrediğini bilmeme rağmen bu şekilde karşısına çıkmam hiç hoş kalmayacaktı.
Merdivenlerden inip annemin oturduğu tahtın önüne geldim ve saygıdan dolayı hafifçe değildim. "Beni çağırmışsın, anne."
Her zaman olduğu gibi başı ve vücudu dimdik bana bakıyordu. Yanında iki asker gözlerini bile hareket ettirmiyordu. Ne olursa olsun, bazı huylarıyla hoşlaşmasam da ona hayrandım. Sadece ben değil, tüm halkı ona hayrandı. Kore savaşı olduğu zamanda halk bir çok halkaya bölünmüştü. Buna rağmen annem belli bir kesimi bir noktada birleştirip Güney Kore'yi kurabilmişti. Kadın olarak bunu başarması, ona hayran olmam için en büyük nedenlerden biriydi.
"Akşama olacak taç giyme törenine ablan ile beraber güzelce hazırlanmanızı uygun görüyorum. Saray hamamını sizin için hazırlatacağım kızım." Taç giyme töreninin elbet gelip çatacağını biliyordum. 18 yaşımda girdiğimden dolayı olan bir törendi. Aynısı ablam için de yapılmıştı ve bunun getirisi olarak törende tam olarak tanımadığı bir soylu ile evlenmişti. Aynısının başıma geleceğini çok iyi biliyordum, fakat annemin karşısında tek kelime edemeyecektim. Kader işte.
Birden aklıma Cariyeyi oraya gönderdiğim geldiğinde duraksayıp başımı iki yana salladım. "Buna gerek yok, ben şimdi onların yanına gidip gerekli emirleri veririm." Bir süre yüzümdeki ciddiyetliği süzdükten sonra beni onayladı. Bulunduğu yerden çıktığımda anneme söylediğim şeyi ikinci plana atıp sarayın dışına ilerledim. Kapıdaki askerlere kapıları açma konusunda sert bir emir verdiğimde lafımı ikiletmeden büyük kapıları araladılar ve kendimi saray dışarısına attım.
Halk ile konuşmak, dertlerini dinleyip onlara deva olmaya çalışmak, küçük köy çocukları ile beraber sokaklarda saklambaç oynamak sarayın içerisinde boş boş oturmaktan çok daha zevkliydi.
Beni etrafta gören halk önümde saygı ile eğilirken çocuklar elbisemin eteklerine doluşup çekiştiriyorlar, benimle oyun oynamak istediklerini belli ediyorlardı. Bir kaç çocuğun elinden tutarak beni oynamak istedikleri alana götürmelerine izin verdim.
Boyları 1.40'ı geçmeyen minikler beni bir papatya tarlasına getirdiklerinde beyaz papatyaların güzelliği arasında kaybolup gitmiştim. Yanımdaki çocuklar papatlayarın arasında koşuşturuyor, kendilerince oynuyor, arada sırada benimde kolumu çekiştirerek oyunlarıma dahil olmamı istiyordu. Onlarla güle oynaya eğlenirken küçük bir oğlan çocuğunun elinde bir tutam papatya ile yanıma gelmesi ile duraksadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perestiş
Fanfictionmini liskook fanfic. "Altın saçlarınıza tapıyorum, prensesim." by elf ara verildi.