2

79 15 13
                                    

  Tık tık tık... Tık tık...

  Yoongi başında ve ensesinde bir ağrı ile gözlerini araladığında duyduğu ilk sesler bunlardı. Gözleri aniden gelen cılız ışıkla  biraz alıştığında bu sesin tavandaki 4 uzun floresan lambadan birinden geldiğini anladı. Lamba bozuktu besbelli, yanıp sönüyordu. Elini ensesine atıp zihnini toparlamaya çalıştı. İş çıkışı, kadın, istasyon... Son olanlar aklına geldiğinde aniden doğruldu. Oturduğu yerden birkaç saniye nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Büyük, karanlık, biraz da kasvetli görünen bir yerdi. Ev denemezdi galiba, daha çok depo gibiydi. Duvarlar metaldi -içeriyi buz gibi soğuk yapan da buydu muhtemelen- ve ortada geniş, bordo bir  halı seriliydi. Siyah ve şişkin bir deri koltuk takımı, ortada ise koyu ceviz rengi bir sehpa vardı. Yine metal merdivenlerle çıkılan küçük bir asma katın köşesinde ise bir masa sandalye vardı. Çalışma alanı gibi duruyordu. Yoongi kendine baktığındaysa, ortalıktan uzak bir kolonun dibinde oldukça büyük beyaz bir yatağın üstündeydi. Dikkatini çeken şeyse; hiç pencere yoktu. 

"Ne sikim burası böyle?" diye kısık sesle söylendi. Buz dolu bir küvetin içinde böbrekleri olmadan uyanmadığına sevinmeli miydi yoksa nerde olduğunu bilmediği bir yerde uyandığı için paniklemeli miydi?  Uyuşmuş bedenini hala yatağın üstündeyken sessizce esnetti. Ayaklarını sarkıtıp yavaşça yataktan kalktı. Bir çıkış yolu aramak için birkaç adım ilerlemişti ki gürültülü bir demir sesi, ardından da birkaç insanın konuşma sesini duydu. Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu, metal duvarlardan çınlama sesi yankılanıyordu. Şimdi gerçekten paniklemişti. Yatağa doğru olabildiğince yavaşça koşmaya başladı, uyuyor taklidi yapacaktı. Böylece ona dokunmadan gidebilirlerdi belki, aklına ilk bu gelmişti.

"Ah, siz!" dedi kalın bir ses bağırarak. Yoongi olduğu yerde çakılı kaldı. 'Bittim ben, beni öldürüp dalağımı deşecekler'. Tek düşünebildiği buydu o anda. Bir süre öyle donup kaldı ama kimse ona saldırmadı, silah sesi de yoktu. Yalnızca kumaş sürtünme sesleri duyduğunda korkudan ruhu bedenini terk ediyormuş gibi hissederek yavaşça başını döndürdü. Gördüğü manzaraysa kafasını allak bullak etmişti. Siyahlar içinde biri kadın üç kişi açık açık Yoongi'nin önünde diz çökmüştü. Yoongi artık tamamen onlara dönmüş, çatık kaşlarla neden böyle bir şey yaptıklarını anlamaya çalışıyordu. 

O sırada demir kapı gürültüyle açıldı bir kez daha, sessizliğin arasında ayak sesleri yankılandı. İki kişi belirdi kolonun  ardından, biri Yoongi'yi gördüğü an diğerleri gibi dizleri üstüne çökerken diğeri sadece baktı. Kocaman gözlerle Yoongi'yi süzdü. Tıpkı Yoongi'nin yaptığı gibi. Donmuştu bir anda. Çok tuhaf hissetmişti, sanki yüzü bir yerden tanıdık geliyordu. Sanki kalabalık bir ortamda yıllar önce gördüğü alelade biriyle karşılaşmış gibi bir histi bu. Puslu ve uzak bir his. 

Zihnini uzaklaştırıp kendine geldiğinde dünkü anılarını hatırladı, Kafede gördüğü turuncu saçlı adamı. Öfkesinin kabardığını hissetti.

"SEN! Sendin değil mi? Tüm gün beni izleyen sendin. Kimsin sen kaçık herif ?" diye çıkıştı çatılmış kaşlarla önünde gördüğü  ince adama. 

Uzun boylu adamın gözlerinden bir an için bir hüzün dalgası geçti, afallamış göründü ama hızlıca toparladı. Kendinden emin duruşunu geri kazandıktan sonra konuştu.

"Jung Hoseok. Adım Jung Hoseok, efendim."  dedi adam açık kahverengi gözlerini Yoongi'ninkilerden bir an bile ayırmayarak. Son kelimeyi bastırarak söylemişti. Efendim de neyin nesiydi cidden? Hayatı daha nasıl tuhaf bir alabilirdi hayret ediyordu doğrusu.

"Burası neresi? Neden beni buraya getirdiniz" her ne kadar adamlar henüz bir şey yapmamış olsalar da, Yoongi hala korkuyordu, kaçırılmıştı sonuçta. Görünüşe göre de bir grup manyak tarafından .

Royal | SopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin