"Neden bu kadar sessizsin?"
Bakışlarımı elimde çevirdiğim telefonumdan ona çevirdiğimde birkaç saniyeliğine duraksadım ama geç de olsa tekrar düşünebildiğimde omuz silktim. Durup dururken sessizliğimi sorgulamasını garipsemiştim. "Sen de konuşmuyorsun."
Sırtını yatak başlığından çekip ayaklarını yataklarımızın arasındaki boşluğa sarkıtarak bana baktı. "Çünkü garip davranıyorsun." Yüzümdeki soru işaretlerini farketmiş olacak ki, cevap çok basitmiş gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bilirsin, her okulda bir köşede durup kimseyle konuşmayan, etrafa öldürücü bakışlar atan tipler olur. Odaya girdiğimizden beri onlardan biriymişsin gibi davranıyorsun."
"Çünkü yakın olmadığım biriyle aynı odada kalıyorum." Rahatsızca kıpırdandım. "Beni öldürmeyeceğini nereden bileceğim? Ya da sapığın teki olmadığını?"
Cevap vermek yerine gözlerini devirdi. Tekrar yatağında geriye kayıp sırtını başlığa yaslayarak ayaklarını uzattı. Yapacak daha iyi bir şeyim olmadığı için sol ayağını sağ ayağının üstüne attıktan sonra kollarını göğsünde birleştirişini izledim. "Eğer öyle düşünüyorsan..." Alayla gülerek daha çok gerilmeme ve dudağımı ısırmama sebep oldu. "Eh, öyle düşünmeye devam et."
Homurdanarak başımı başka bir tarafa çevirdim ve karnımda duran telefonumu alıp mesajlar kısmına girdim. Bütün geceyi burada, onunla geçiremezdim. Tamam, beni öldürmeye ya da bana tecavüz etmeye kalkışmayacağının farkındaydım ve bu şüphelerim gerçekten çok yersizdi. Ama burada kaldığım sürece beni konuşturmaya çalışmaya devam edecekti ve onunla konuşmak isteyebileceğim hiçbir şey yoktu.
Bu yüzden beni buradan kurtarabileceğine güvendiğim tek kişiye, en yakın arkadaşım Nina' ya mesaj attım. O benden büyüktü, ehliyeti ve tabii bir de arabası vardı. Beni buradan gelip almak onun için sorun olmamalıydı.
Odette: "Yardımına ihtiyacım var. :("
Cevap için aradan birkaç dakika geçmesi gerekti.
Nina: "Ne oldu?"
Odette: "Sana sosyal sorumluluk projemdeki eşimin Calum olduğundan bahsettiğimi hatırlıyorum. Büyükannenin kaldığı huzurevinin taşınacağını söylemiştin. Bugün Calum' la yeni binanın boyanması ve eşyalarının yerleştirilmesi için yardım etmemiz gerektiğini öğrendik. Calum arkadaşlarından birinin arabasını ödünç aldı ama dönüşte araba bozuldu ve ikimizin aileleri de bizi almak için gelemiyor. Bunun yerine Calum' ın babası yakınlardaki bir otelde kalabileceğimizi ve kendisinin yarın sabah gelip bizi alacağını söyledi. Ama şöyle bir sorun var ki paramız tek bir odaya yetti."
Cevap için aradan tekrar birkaç dakika geçti. Bu süreç içinde göz ucuyla televizyonu açıp benimle ilgilenmeyi kesen Calum' a baktım. Telefonum titreşene kadar sürekli değiştirip durduğu kanalları izledim.
Nina: "Eğer Calum cidden hatırladığım çocuksa -ki ingilizce sınıfında olduğunu ve okulun yardım konserinde bas çaldığını hatırlıyorum- neden onunla aynı odada kalmayı sorun ettiğini anlayamıyorum."
Beni görmese bile gözlerimi devirdim.
Odette: "Çünkü çok rahatsız edici davranıyor? Ya da onunla aynı odada kalmak istemiyorum? Tanrım, Nina! Lütfen! Bir araban var!"
Bu sefer cevabı uzun süre beklemem gerekmemişti.
Nina: "Onunla biraz konuşmaya çalışsan nasıl olur? İyi bir çocuğa benziyordu."
Sıkkınlıkla yanaklarımı şişirdim. Bu konuda inadını yenemeyeceğimden adım gibi emindim.
Odette: "Bunu daha sonra, okulda da yapabilirim. Neden onunla aynı odayı paylaşmak zorundayım?"
Nina: "Ertesi sabah onun gömleği içinde tüp çoraplarınla dansederken bana teşekkür etmek zorunda kalacaksın."
İç geçirerek telefonumu sessize alıp komodine bıraktım. Biraz gürültü çıkarmış olacağım ki, Calum bakışlarını bana çevirdi. Onun bir suçu yoktu. Bunu içten içe biliyordum. Buna rağmen sinirimin ilk hedefi istemsizce o oluyordu çünkü bir yanım bana onun da suçlu olduğunu söylüyordu.
Ona ters ters bakmaktan kendimi alıkoyamayınca iç geçirerek televizyonu kapattı ve kumandayı yatağının ayakucuna fırlattı. "Tanrı aşkına, yine ne var?" Önceki pozisyonuna dönerek ayaklarını yataktan sarkıttı. "Yine ne yaptım?"
Omuz silktim. "Hiçbir şey." Çünkü gerçekten hiçbir şey yapmamıştı. Saçmalamanın anlamı yoktu. Aptal bir sosyal sorumluluk projesi yüzünden aynı odada tıkıldık diye sinirimi ondan çıkaramazdım.
Gözlerini devirdi. "Gerçekten mi? Çünkü bana oyuncak ayısını parçaladığım altı yaşındaki bir kız gibi bakıyorsun."
Öylece ona baktım. Yüzümde hiçbir ifade olmadığından emindim. Kendimi anlatmak için bir ifadeye ihtiyaç duymadığımdan da öyle.
Kısa bir süre yüzüme baktıktan sonra rahatsızca yüzünü buruşturdu. "Bana öyle bakma. Kimsenin oyuncak ayısını parçalamadım."
"Seni daha önce birinin kolunda sigara söndürürken gördüm."
Cümlemi tamamlamamla itirazı arasında bir saniye bile yoktu. "Daha önce kavgalara karışmış olmam küçük bir çocuğun ayıcığını parçalayacağım anlamına gelmiyor."
İç geçirdim. "Her neyse, Calum."
Kısa bir süreliğine garip bir sessizlik oldu ve bu boşluğu ellerimle oynayarak değerlendirmekten daha iyi yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bu yüzden onun sessizliği bozmasını bekledim.
Boş boş odaya bakınmayı kesip dirseklerini dizlerine yaslayarak öne doğru eğildi. "Baksana, ne diyeceğim..."
Belki, çok ama çok küçük bir ihtimalle, ilgimi çekebilecek bir şeyler söyleyebileceğinden, bakışlarımı ona çevirdim ve kaşlarımı kaldırdım.
Yüzünde, tombul dudaklarının sadece tek tarafının kalktığı bir gülümseme belirdi ama bu gülümsemeyi alaycı olarak nitelendiremezdim. Daha çok annesiyle alışveriş merkezinde gezerken çok sevdiği bir oyuncağın indirime gireceğini anımsayan çocuk gülüşü gibiydi.
"Birbirimize sorular soracağız, Odette. Ve dürüstçe cevap vereceksin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hotel room ☁ calum hood
Fanfiction❝Neden onunla aynı odayı paylaşmak zorundayım?❞ ❝Ertesi sabah onun gömleği içinde tüp çoraplarınla dans ederken bana teşekkür etmek zorunda kalacaksın.❞