0,1

546 80 28
                                    

senelerce senelerce evveldi;
bir deniz ülkesinde
yaşayan bir oğlan vardı, bileceksiniz
ismi hyunjin hwang;
hiç bir şey düşünmezdi sevilmekten
sevmekten başka beni.

senelerce senelerce evveldi;bir deniz ülkesindeyaşayan bir oğlan vardı, bileceksinizismi hyunjin hwang;hiç bir şey düşünmezdi sevilmektensevmekten başka beni

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

sıcak bir nisan günüydü, her zamankine kıyasla insanı boğan bir havaydı bu. çoğu zaman yanılan zaman algıma güvenemediğimden açık duran televizyonuma göre, yaklaşan göktaşının dünyaya çarpmasına tam 15 gün kalmıştı.

çıldıran, deliler gibi erzak biriktiren ve sessizce ölümü kabullenen kişiler vardı. sanıyordum ki ben üçüncü sınıftandım. öğrendiğim andan beri üstüme bir ölünün sakinliği, sessizliği çökmüştü. insanlar kendilerini, birbirlerini öldürüyordu. ölmemek için yer altında sığınaklara yerleşen, gıda depolayanlar bile vardı, yaklaşan sonu kabullenmemek için bir bir akıllarını yitiriyorlardı. ben ise evimde sessiz sakin bekliyordum. ölümün kollarına atılma fikri beni bir noktada korkutmuş muydu, bilemiyorum. belki de hiçbir zaman bu konu üzerine boylu boyunca düşünmemiştim.

ancak biliyordum ki, kendimi ait hissedemediğim bir dünyaydı burası, başka türlüsünü de tatmamıştım. doğduğum andan itibaren aynı kasabada okumuş ve büyümüştüm. babamın yasaklarıyla doluydu çocukluğum. annem ise ben onu hatırlamayacak kadar küçükken ölmüştü. ona acıyordum, babama acıyordum fakat en çok kendime acıyordum. babam onun kaybıyla büsbütün kontrol manyağı olmuştu. kutsal kitapla yatıyor, kutsal kitapla kalkıyordu. bir süre sonra istediği çocuk olmaya çalışmaktan vazgeçmiş ve ufak bir işe girerek hep korktuğum sıradan hayatın bir parçası haline gelmiştim. ufak bir evim, sevmediğim bir işim vardı. ölümü ne bir kurtuluş ne de bir ceza olarak görüyordum, kapkara bir boşluktu. bir son. bir gün geleceği kesin olan bir son.

mutfak dolabından kendim için bir dilim pasta çıkarıp tekrar koltuğuma dönerek kanalları değiştirmeye başladım. her kanalda aynı şeyler olduğundan en sonunda dvd'lerimden aşina olduğum bir filmi açmıştım. sonunu biliyordum, kişilere hakimdim ve defalarca izlemiştim. amacı veya bir gidişatı olmayan hayatımın aksine neler olacağını biliyordum. güvenli bir bölge gibiydi benim için.

oynatıcıya taktığım filmi seyrederken pastamı yemeye başlamıştım ki kapı sert birkaç vuruşla çalındı. çatık kaşlarımla yerimden kalkarken pastamı önümdeki sehpaya bıraktım. ufak delikten baktığımda bunun kilisede tanıştığım asker çocuk, hyunjin olduğunu gördüm. kapıyı açıp yağmurdan ıslanmış oğlanı içeri aldığımda hâlâ soru sorarcasına çattığım kaşlarımla yüzüne bakıyordum. ardından kapıyı kapatıp tekrar ona döndüğümde bağlı uzun saçlarını açıp elleriyle dağıtıyordu, bu yüzüme birkaç damla suyun sıçramasını sağladığında yüzümü buruşturarak suratına bakmış, aklımdaki soruyu sormuştum.

"ne işin var burada?"

"artık pazarları kiliseye gelmiyordun, ben de görüşmelerimizi ileri seviyeye taşımaya karar verdim."

arsız bir gülüşle yüzüme bakıyordu bunları söylediği sırada. saçlarımı okşayıp benim koltuğuma oturarak, benim pastamı yemeye başladığında gözlerimi devirerek yanına gittim. yanına oturduğumda gözlerini televizyondaki filmden çekerek bana dönmüştü, daha sonra tekrar filme kaymıştı bakışları.

o filmi incelerken, ben de amacını anlamaya çalışarak ona bakıyordum. bakışlarım yüzünde, kiraz rengi dolgun dudaklarında geziniyordu. insanlar üzerinde yarattığı korkudan ziyade ne kadar korkak ve ciddiyetsiz bir insan olduğunu düşünürken dudaklarıma alaycı bir gülümseme yerleşmişti. o filme iyice dalmışken yanımdaki kumandayı alıp filmi kapatmıştım.

"gerçekten ne için geldiğini söylemeyecek misin hyunjin?"

bakışları tekrar bana döndüğünde bu kez ciddi bir ifadeyle gözlerimin derinliklerine bakmış ve iç çekmişti.

"tanıştığımız kasım ayını hatırlıyor musun felix? ben hiçbir zaman unutamadım. seninle yağmurlu bir kasım gününde, hatta 10 kasım'da tanışmıştık. yağmurdan korunmak için girdiğim kilisede seni görüp yanına oturmuş ve 'güzelliğin tanrıyı bile kıskandırıyor olmalı.' demiştim, sen ise 'tanrı yok' demiştin bana. papaz olan babanı etkilemek için her pazar kiliseye geliyordun, ben ise yağmurdan korunmak için geldiğim kilisede seni her pazar görebilmek için. tanrıya inanmıyorsun felix, bu yüzden sana karşı hissettiklerimi yanlış bulmayacağını düşünüyorum. yağmurdan korunmak için önce kiliseye sonra da sana geliyorum, evine değil, sana."

üstü kapalı yaptığı itirafla yüzümdeki gülüş silinirken, tekrardan sorgulayan bakışlarla yüzüne bakıyordum. önümde duran ellerimi tutup tekrar bana baktı ve yüzüme ani bir sıcaklık dalgası hücum ederken onu dinlemeye devam ettim. ufak bir gülümsemeyle bana baktı ve sözlerine devam etti.

"hayatımı inanmadığım şeyler uğruna harcadım ben. babam askerdi, annem ise babama her koşulda destek çıkan terzi annem. babamın isteği üzerine asker oldum ve ilk kez kendim için bir şey yapıyorum. öleceğim günleri aşık olduğum insanla geçirmeyi umut ediyorum. hayatım seninle geçmedi farkındayım,

21 yaşında ölecek olmam belki benim için bir dönüm noktası, henüz gencim ve içimde yeşermeyi bekleyen çiçek tarlaları var. ve kendim için bir şey yapmak istiyorum, ölümümün sevdiğim adamla beraber olmasını istiyorum. sana aşığım, son günlerimi seninle geçirmeme izin ver."

beklemediğim itirafı ile beni geçmişe götürmüş, tanıştığımız günü hatırlatmıştım. bir-iki santim daha kısa saçları ve aynı yeşil üniforma ile karşımdaydı. söyledikleri ve şakayla karışık "tanrı yok." deyişim geldi aklıma. daha sonra yanıma oturmuştu. o gün, bir sonraki pazar ve sonraki pazar... her seferinde en arka sırada oturur sohbet ederdik. bazen parmakları bacaklarımda ve kasıklarımda dolaşırdı, ikimiz de bunu ciddiye almaz ve gülüşürdük. hyunjin kesinlikle asker olamayacak biriydi ve her zaman neden bir asker olduğunu merak etmiştim. sorsam da bana "keyfim öyle istedi." dediğinden hiçbir zaman bir cevap alamamıştım. onu ilk kez bu kadar ciddi görüyordum ve bu, onun hakkındaki sorularıma aldığım cevaplarla beraber aldığım ilk aşk itirafıydı.

"anlamıyorum hyunjin, zaten öleceğiz. neden önemsiyorsun ki nasıl biteceğini?"

"bütün bu olaylardan önce de öleceğimizi bilerek yaşıyorduk."

söyledikleriyle iç çekip kafamı olumsuz anlamda sallamıştım.

"dünyanın sonu geliyor hyunjin."

ellerimizi birbirine kenetledi ve gözlerimin içine baktı. kahverengi gözlerinde bakışlarımı sabitlediğimde, en sonunda güzel dudaklarını aralayarak konuştu.

"dünyadan kaçar gideriz o hâlde."

beyaz zambaklar, hyunlix.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin