Tatlı bir esintinin yaldızlı geceyi güzelleştirmek adına Montmartre sokaklarında usulca gezindiği, Ağustos böceklerinin aynı sokaklardaki aydınlatmaların altında vızıltılı bir sesle öttükleri sırada; Edelweiss'ın arka bahçesinde kalbi ağrıyan genç bir adam vardı. Gümüşi kısa saçları birkaç saat önce çıktığı sahnedeki boğucu havadan dolayı kabarık, salaş kıyafetleri ise kırış kırıştı. Çiçeklerle dolu yemyeşil bahçenin ortasına oturmuş, minik yumruklarını göğsüne bastırarak öylece gökyüzüne bakıyordu. Kısa süre önce yağan yaz yağmurundan sonra hızla dağılan bulutlar, gecenin son performansını yıldızlara bırakmış gibiydi. Çünkü onlar ışıl ışıldı ve gökyüzünü izleyen genç adamın gözlerinde parlıyorlardı. Fakat bu görülmeye değer an çok uzun süremedi. Genç adam dolan gözlerini hızla yere indirdi ve önünde uzanan Edelweiss çiçeklerine baktı. Bahçenin sınırını oluşturan taş duvarların dibinden dizlerinin önüne kadar uzanan çiçekler çok güzellerdi. Taç yaprakları tıpkı yıldızlar gibi parlıyordu fakat genç adam için bu çiçekler sadece acılarını gösteriyordu ona. Kokularında buram buram hüzün olan onlarca çiçek bir aradaydı. Genç adam, ne ara bu kadar fazla oldular, diye düşünürken göğsünde büyüyen sancıyla birlikte olduğu yerde daha da çok büzüldü. Tüm gece boyunca ona hayranlıkla bakıp, methiyeler döken insanlardan geriye kalbinde sadece onların çirkin duyguları ve kötü düşünceleri kalmıştı. Genç adam sahnede olduğu her dakika ona kıskançlıkla, şehvetle ve daha türlü türlü korkunç hislerle bakan kişilerin karşısında iki büklüm olmamak için tüm gücüyle dayanmıştı. Fakat şimdi içinden atamadığı bu hislerin ağırlığını taşıyordu ve onlardan kurtulamadan da acısı asla son bulamayacaktı. Bu yüzden daha fazla düşünmeden ağladı. Gözyaşları damla damla toprağa düşerken ellerini yüzüne kapatıp acısının çabucak hafiflemesini diledi. Öyle çoktu ki yaşları şimdiden minik bir gölcük oluşturmuşlardı nemli toprağın üzerinde. O gölcükte toplanan tuzlu yaşlar yavaş yavaş emildikten sonra kahverengi toprakta gümüşi yaldızlar uçuşmaya başladı ve göğe doğru yavaş yavaş çoğalırlarken bir Edelweiss çiçeği daha oluşturmuş oldular. Genç adam dizlerinin ucunda açan çiçeğe bakarken daha çok ağladı, anlaşılan bugün birden fazla yeni Edelweiss katılacaktı bu bahçeye...Saat epey bir ilerlemişti. Edelweiss bar kafesi çoktan kapanmış, 2 katlı binanın ışıkları da sönmüştü. Bahçede her zamanki gibi yalnızca kesik kesik gelen hıçkırık sesleri duyulurken sıradışı bir olay gerçekleşti. Genç adamın yaşlı gözlerinden dolayı buğulu gördüğü çiçeklerin üzerine birden büyük bir karartı düştü. Genç adam irkilerek yerinde sıçrarken bu karartının bir insana ait olduğunu anlaması için sesini duyması gerekmişti.
"Ah!! hayır ya omzum gitti!" Acıyla bağıran mercan rengi saçlı genç adam elini sağ omzuna götürürken, nerede olduğunu anlamaya çalışarak etrafına bakındı. Daha önce hiç görmediği çiçeklerle dolu olan bahçede kendisine dehşetle bakan diğer genç adamla buluştu gözleri. Gümüşi saçları, ıslak kirpikleri ve dolgun kırmızı dudaklarıyla bir meleğin görüntüsünü andıran bu adama bakarken, o an ikisinin de aklına gelmeyecek bir şey oldu. Gümüşi saçlının yanağından bir damla, mercan saçlının gözleri önünde usulca toprağa düştü ve düştüğü yerde oluşmaya başlayan yaldızlar yeni bir Edelweiss çiçeğini daha ortaya çıkardı.
•°•°* 16 saat önce
Montmartre'de sıradan bir sabahtı. Bölgenin tam tepesinde yer alan Sacre Coeur Kilisesi etrafındaki caddelerde bulunan kafeler ve atölyeler birer birer açılıyordu. Kafe sahipleri birazdan buraya her bölgeden akın edecek müşterilerini karşılamak için mekanlarını hazırlarken, atölye sahiplerinin kimisi işlerine başlamış kimisi ise kahvaltılarını yapıp gelecek öğrencilerini beklemeye başlamışlardı. Paris'in yerel ürünleri ve tüccarların bütün dünyadan getirdiği ithal malzemelerle dolu dükkanlar ise çoktan kepenklerini açmıştı. Bölgenin erkenden uyanan sakinlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için hep hazırda beklerlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EDELWEISS |JiKook
FanfictionEdela... Biliyorsun ki bu hayat hiçbir zaman senin seçimin olmadı. Sürekli acı çektin, sürekli canın yandı. Başkalarının büyülenerek baktığı o çiçekler, senin gözyaşlarındı. Fakat artık vakti geldi. Vahalar kuruyacak, çiçekler solacak. Ve birgün...