Mucizeler sadece Tanrıların işi miydi? Kutsal kitaplarda anlatılan hikayeler, mitlerde bahsedilen olağanüstü olaylar hep bir yaratıcının varlığına dayatılırdı değil mi? Nasıl bir mucize olursa olsun, yoktan ve sebepsiz var olması mümkün müydü?
Jungkook'un bunca zamandır bir hiçliğe doğru sürüklenen inancı, karşısındaki manzaraya bakarken küllerinden yeniden doğan bir anka misali görkemiyle, tekrardan atmaya başlamıştı kalbinde. Çünkü karşısındaki mucizevi adam, yoktan var olamayacak kadar güzeldi onun gözünde. Jungkook sevmeyi bilmezdi, süslü sözler kullanmayı da hiç bilmezdi normalde. Fakat sadece iki kere buluştuğu o gözlere bakarken asla aklına yatmayacak hisler filizleniyordu kalbinde. Küçüklüğünden beri arayış içinde olan o küçük çocuğun uyanışı mıydı yoksa bilinmeyene olan aşırı merakı mıydı onu bu hale getiren... Bilmiyordu, hiç bilmiyordu heyecanının gerçek sebebini fakat yeniden bulduğu o tutku adına her şeyi yapabilirdi.
Bu nedenle ayağa kalkıp gümüşi saçlıya doğru emin adımlarla ilerlerken hiçbir çekincesi yoktu mercan saçlının. Aralarında bir metrelik kısa bir mesafe kalana kadar yaklaştı ve durdu. Yüzünü tamamen önündeki kağıtlara gömüp onunla konuşmak istemediğini açıkça belirten genç adama bakarken dudaklarında minik bir gülümseme oluştuğunun farkına bile varmadı.
"Ange~ ?" Tatlı aksanıyla aralarındaki sessizliği bozduğunda, onu gördüğü andan beri tir tir titreyen Jimin bunun belli olmamasını umarak mercan saçlıyı cevapsız bıraktı. Elindeki ne yazdığını algılayamadığı sayfaları gerginlikle karalamaya devam ederken tekrar duydu sesini.
"Beni hatırlıyorsun değil mi?" Jungkook, sözlerinin yeterli olmadığını düşünerek ekledi. "Geçen gece bahçene düşen, bayılttığın bir adam vardı..." Jimin'in sayfaların üzerinde rotasız bir şekilde gezen parmakları hızlanırken cevap vermek gibi bir niyeti olmadığı belliydi. Mercan saçlı yine de devam etti.
"Sen ağlıyordun" diye mırıldandı yaşlarla dolu gözleri anımsarken. "Ve gözyaşlarının düştüğü yerde-"
"Sizi tanımıyorum." Gümüşi saçlı soğuk sesiyle sonunda konuştuğunda hala elindeki kağıtlara bakıyordu. Jungkook, dediklerinden çok sesinin nahif tonunda takılı kaldı ve bir an için konuşamadı. Sesini bir daha duymak istedi.
"A-anlayamadım?" Jimin sonunda dayanamayıp sinirli bakışlarıyla yanındaki çocuğa döndüğünde gerçekten yalan söylemediğini hissetmiş ve bir an için şaşırmıştı. Jungkook'un sözlerini anlayamayacak kadar başka bir alemde olduğunu bilmiyordu tabi. Bu yüzden daha çok çatılan kaşlarıyla tekrarladı.
"Sizi tanımıyorum dedim. Neden bahsettiğinizi de anlamıyorum. Yapmam gereken işlerim var, müsadenizle." Olabildiğince kısa tuttuğu konuşmasıyla önüne döndüğünde Jungkook tekrar bozulan bakışmaları yüzünden dudaklarını büzdü.
"Rahatsızlık verdiğim için üzgünüm Ange~" diye mırıldandı kibar ses tonuyla. Jimin ondan üçüncü kez duyduğu bu sıfatla yanaklarının kızardığını hissetti.
"Fakat sorularım çok fazla ve beni bayılttığınız için en azından birkaçının cevabını alma hakkımın olduğunu düşünüyorum." Jimin'in utançla kızaran yanakları hissettiği suçluluk duygusu ve sinirle daha da koyulaşırken yumruk yaptığı elleri arasındaki kağıtlar buruştu.
"Öyle bir şey olmadı." Tane tane kurduğu cümleyle birlikte Jungkook ikna olmamış bir şekilde devam etti.
"Ne yani beni bayıltanın siz olmadığını mı iddia ediyorsunuz? Birazdan arka bahçenizde gözyaşlarınızın bulunduğunu da inkar edeceğiniz gibi??"
"Ne saçmalıyorsun sen?!" Jimin, ayağa kalkıp öfkeyle karşısına dikildiğinde karşısındaki çocuk onu biraz daha zorlarsa bu kadar güçlü kalamayacağını biliyordu ve buna izin veremezdi. Fakat neredeyse dibinde olduğu mercan saçlının, onu hala aynı parlak gözlerle izliyor olması her şeyi daha da çok zorlaştırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EDELWEISS |JiKook
FanfictionEdela... Biliyorsun ki bu hayat hiçbir zaman senin seçimin olmadı. Sürekli acı çektin, sürekli canın yandı. Başkalarının büyülenerek baktığı o çiçekler, senin gözyaşlarındı. Fakat artık vakti geldi. Vahalar kuruyacak, çiçekler solacak. Ve birgün...