Asel *

89 1 0
                                    

Sevmek hesap işi değil.

Sevmek; güvenmekti, ait olmaktı,

Eskidendi.

Şiir defterimin kapağını kapattım. Yatağıma doğru ilerlerken kapanmakta olan gözlerimi kolumdaki saate çevirdim, 02:14. Yarın okula gidecek olmam bile beni şiirden uzak tutamıyordu. Kendimi yatağa bıraktığımda telefonumun ışığı yanıp söndü,  Yüsra'dan başkası değildir diye bakmayacaktım ama tabiki merakıma yenik düştüm ve elime aldım, hadi ama gelen mesajı okumayı nasıl erteleyebilirdim ki? Bunu yapanları hep takdir etmişimdir.

Yüsra'm ♡♥

Yarın erken gel, evini basarım kızım.  Seni her sabah beklemek zorunda değilim ben, o güzel poponu kaldır sandalyeden ve yat. Yine uykunu alamayıp dersleri dinlemeyec-

Daha fazlasını okumayıp kapattım, beni tanıyordu, seviyordu. Birbirimize bağlıydık. 11 yılın hüküm sürdüğü bir dostluğumuz vardı. Daha fazla düşünmek istemeden gece gözlüğümü taktım.

Lanet alarm diye söverek gözlerimi araladım. Kim erken uyanmayı severdi ki? Sabah erken uyanıp spor yapanlara her zaman hayretle bakardım bence bu delilikti. Yatakta esneme hareketlerini yapmaya çalıştım ama ne kadar başarılı olduğum bilinmezdi. Kalkıp çayı koydum ve duşa girdim, evde tek yaşamanın avantajları vardı. Duştan çıkınca dişlerimi fırçaladım. Çayı demledim, çay içmeden okula gitmezdim. Ekmeğimin arasına ne bulduysam koydum, kaşar, zeytin, domates, salatalık.  Hızlıca yedim yoksa Yüsra katil olabilirdi. Odaya hızlıca girip altıma açık mavi, dar paça kotlarımdan birini geçirdim.  Üstüme bol krem rengi üzerinde blogger yazan kazağımı giydim, buna bayılıyordum. Arabama atlayıp hızlıca Yüsra'nın evine sürdüm. Evinin önünde bekliyordu, beni görünce gülümsedi.

"Arabaya binecekmisin Yüsra" dedim. "Sen niye bu kadar normal bir saatte geldin" dedi. "Sanada erken gelsek suç,  gelmesek suç"

Okulun içine girip arabayı parkedince dışarı çıktık. Bize seslenen gruba döndüm, Yüsra'nın çıktığı çocuk bize doğru geliyordu. "Ben derse giriyorum Yüsra, arada görüşürüz" dedim. Gülümseyip sevgilisine doğru yürüdü.  Benim hayatımda, günlük aşklara yer yoktu. 22 yaşına gelmiştim ama hiç sevgilim olmamıştı. Ilklerim özel olsun istiyordum. Sınıfa girip uzun bir dersin ardından gerilmiştim. Fotoğrafçılık bölümü 3. Sınıftım ve bölümüme aşık bir kızdım. Zengin bir ailenin kızı olmak beni hayallerimden vazgeçirmiyordu. Babam zorla onun istediği bölümü okumamı istemişti,  şirketin başına geçmek için ama benim umrunda değildi. Her sabah zorla kalkıp, saatlerce bir masanın başında oturacağım bir işi istemiyordum. Ailem kararıma saygı duymuştu ama babamın içten içe üzüldüğünü biliyordum. Ailenin tek çocuğuydum ve bazen onlara haksızlık yaptığımı düşünüyordum. Diğer derslere girmek istemedim, Yüsra'ya hızlı bir şekilde mesaj çekip en sevdiğim yere doğru sürdün arabamı. Eski kitapların satıldığı, cafe tarzı bir yerdi. Bütün mutluluğum kitapların içinde olan yaşanmışlıklardı. Bazı kitaplarda önemli yerlerin altı çizili oluyordu ve ben bunlara bakmaktan büyük zevk duyuyordum.

İçeri girdiğimde güler yüzlü tonton amca sevindi. Çok müşterisi yoktu ama bir gelen bir daha ayrılmak istemiyordu bence. Çünkü genelde aynı kişilerle karşılaşıyordum. Elimi kitapların üzerinde gezdirip, hissettim. Acıları,  hüznü, yaşanmışlıkları, mutlulukları. Ikinci el kitaplar beni mutlu ediyordu, arasından çıkacak küçük bir not bile sevincime sevinç katıyordu. Elime herhangi bir kitap alıp, garsondan sıcak çikolata istedim.

Vedalar, canını sıkmasın,

Yine buluşabilmek için

Bir hoşçakal gerekir.

Okumak her zaman içimi açıyordu, fotoğraf çekmek gibi.

"Merhaba" dedi kendinden emin bir ses. Kalın ve düzgündü. Gülümsemekle yetindim. "Çok fazla masa yok ve hepsi dolu. Burda oturabilir miyim?" Daha fazla cevap vermemenin kaba bir davranış olacağını düşünüp "Elbette" dedim ve sayfaları karıştırdım.  Sıcak çikolatamı içerken adamın gözlerini kendi üzerimde hissettim, yanılmamıştım. "Bir şey mi soracaksınız?", "Buraya sık gelir misiniz" dedi adam. Sinirlendim, neden olduğunu bile bilmeden. Adam kibarlık yapıp konuşmaya çalışıyordu belki diye düşünürken "seni yemem, bana öyle bakma" dedi. Derin bir off çekerek,  "Evet, çok sık gelirim" dedim. Elini uzattı "Ben Baran Arsoy" "Asel" dedim. Soyadımı söylemekten hoşlanmıyordum, Türkiye'nin yarısına sahip olduğumun bilinmesi bana garip gözlerle bakılmaksından başka bir işe yaramıyordu.

İsmin deyip duraksadı, anlamı ne? "Bal arısı,  bal kovanı anlamına geliyor arapçada" saatime bakmadan önce adının Baran olduğunu öğrendiğim çocuğu inceledim. Fazla yakışıklıydı, yeşilin en harika tonunda gözleri vardı. Çenesinin yapısı muhteşemdi dokunmak istediğimi farkettim ve kendi saçmalığıma gülümsedim. Hemen kalkmam gerekiyordu yoksa bu adamın üstüne atlayacaktım, mükemmel yakışıklıydı. Telefonumu kontrol edip ayağa kalktım, Yüsra yine yardırmıştı. Saçma bir şekilde çocuğa "Görüşürüz" deyip, kendi söylediğime bile inanamadım.  Ne görüşecektik be? Baran'ın yüzünde çapraz bir gülüş vardı, "Bende öyle umuyorum Asel" dedi. Kasaya parayı ödeyip arabama hızlıca yürüdüm. Bu çok saçmaydı.

Saçma. Ben erkeklerden etkilenip, onlarla oynaşan kızlar gibi değildim. Sinirle arabama binip tek bildiğim bara sürdüm. Alkolü çok sık kullanmazdım ama şu an ihtiyacım olan tek şey bu gibi hissediyordum. İçeri girip barmenden votka istedim. Çantamdan ayna çıkarıp makyajıma baktım,  Sarıya dönük kahve saçlarım vardı. Belime kadar uzanıyordu, hiçbir zaman kısa kestirmezdim zaten. Gözlerim maviydi ve insanlar bunu çok çekici bulurdu, bence yeşil daha hoş duruyordu göz renginde. Aklıma sebepsiz Baran geldi ve sonra onun gözlerini zihnimden kovdum. Bardağımın son damlalarını içip masaya koydum ve parayı ödeyip çıktım. Arabaya binip eve sürdüm çok uzak değildi ama yavaş kullanmam gerektiğinin bilincindeydim. Belki çok içmedim ama alkol zihnimi yinede bulandırmıştı. Telefonumun zil sesi arabayı doldurduğunda kulaklıklarımı takıp, açtım. "Efendim" "Asel nerdesin yine? Meraktan çatladım, annen aradı.  Uyumuştur filan diye kıvırdım ama sen bi ara istersen merak etti seni" Dağıstan'ın sesi yorgun geliyordu. Kuzenimle aynı evde yaşamıyordum ama kalacak yer bulamadığında bana gelirdi, kendi anahtarları bile vardı. "Eve geliyorum kuzen, merak etme dolaşıyordun öyle. Eve gidince ararım sen bizde misin?" Benden iki yaş büyüktü ve bundan 5 sene önce bana aşık olduğunu sanıyordu. "Evde değilim ama gelsen çok iyi olur. Sana ihtiyacım var, müsait misin?", "Tabiki Dağdağ hadi acele et seni bekliyorum" dedikten sonra gülümsedim. Ona Dağdağ dememden hoşlanmıyordu. Sinirlendiğini anladım çünkü yüzüme kapanmıştı. Apartmanın otoparkına arabayı park ettim. Anahtarlarımı çıkarıp kapıyı açtım ve içeri girdim. Telefonum yine çalınca kesin yanında birini getirecek diye düşünüp telefonu açtım.  "Hayrola yüzüme kapatmıştın, noldu?", "Asel, beni sinirlendirme. Çocuk muyum ben, bana abi demen gerekirken dağ mağ garip gurup şeyler diyorsun seni öldürürüm." Kahkaha attım, bu onu daha çok sinirlendirirdi ama onun siniri bile hoşuma gidiyordu. "Sadede gel, ne istiyorsun." Konuşmaya başladığında sinirinden eser yoktu,  onun için beni affetmek bu kadar kolaydı "Canım kuzenim,  o güzel geniş evinde benimle birlikte bir arkadaşım daha kalmaya geliyor. " sürekli bunu yapardı ve alışmıştım. "Cinsiyeti ne bu arkadaşın? Senin inlemelerini bu ev daha fazla çekemez. Kız getirme bak" dediğimde güldü.  "Yok erkek, otelde kalmasına gönlüm razı olmadı. Biz gelene kadar yemek hazırlarsın artık" bu çocuk benim evimi otel mi sanıyordu. Tamam geniş olabilirdi ama yol geçen hanı değildi. Evim bir apartmanın en üst katındaydı ve iki katlıydı. Üst katında iki oda vardı ve kim gelirse gelsin yukarı çıkarmazdım. Yatak ve çalışma odam vardı. Alt katta 2 tane misafir odası ve Dağıstan'ın kendine oda yaptığı bir yatak odası, mutfak, salon vardı.  Bana yetip artıyordu, yalnızlık hep beni mutlu etmişti. Mutfağa girip dolaptan et çıkardım ve tencereye su koyup ocağa verdim. Çayı koydum ve telefonumu alıp annemi aradım. Kısa konuştum çünkü annemle konuşacak çok şeyim yoktu. Çayı demledim ve etleri kare kare doğrayıp melemen şeklinde hazırladım. Çok marifetli değildim ama elimden bir şeyler geliyordu. Makarnalarıda suya koyduktan sonra kapı çaldı. Dağıstan yanında biri olduğu için zile basıyordu yoksa içeriye dalardı, ne durumda olacağımı düşünmezdi.

Kapıyı açtığımda cidden bunu beklemiyordum. Yeşil gözlerini bir daha göreceğimi sanmamıştım ama o şu an bana bakıyordu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.

"İçeri almayacak mısın bal arısı?"

Güz RüzgarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin