KAPININ ARDI

10 2 0
                                    

"Rüyamda kelebek olduğumu mu gördüm, yoksa şu an insan olduğunu düşleyen bir kelebek miyim?" 

Ben çamura batmadım çünkü çamur benim. Yabancıların arasında büyüdüm ne annem tanıdıktı ne de babam; tanışamadım kimseyle, tanıyamadım derken bir an da kendimi gerçek yabancıların arasında buldum. Kapının ardında... Bir evim oldu bir hikayem... Kabusum, hayalim... Sonra ayağıma dolandı hayat; şimdi ne ağız tadıyla yaşayabiliyorum ne de kursağıma diziliyor büsbütün...

Sokağın kalabalığı fırtına gibi tepemde. Sağımdan solumdan aceleyle geçenler, birbirini ezen bıçak sesleri ya da kurşunun patlaması, şövalye edasıyla sallanan kılıçlar, yumrukların ardından dudaklardan sızan iniltiler... Tüyler ürperten kahkahaların, deli bakışların yuvası burası... Topluca büyük yalanlara inandığımız yer... Başkaldırının adresi fakat esaretin yuvası... Toplumdan tamamen dışlanmadan, bütün çareler büsbütün tükenmeden varlığından haberinizin olamayacağı dünya... Kapının ardı... Sokağın nefesi... Herkesin cezası...

Adımlarım kararında bir endişeyle zemine düşerken kaçmaya ya da savaşmaya hazırdım. Bakışlarım kâfi derece de aşinalık gösterse de bütünüyle yabancı olduğumu zihnimdeki küçük kız bağırıp duruyordu. Nasıl fikrim yok insanlar hakkında keşke anlatabilsem. Bu gerçeğin mahcupluğunun yüreğimdeki izlerini keşke anlatabilsem de bir kere daha yenilmesem ama susmak zorundayım. Konuşursam, bunu anlatırsam, biri daha öğrenirse tek kurtuluşum ölüm olur. Hoş pek farkı yok şimdinin de ama kötünün iyisi...

"Hoş geldin." Pürüzlü bir tonlamayla elindeki bardağı silerek bana yaklaştı. Boş bakışlarımı saklamak için dönüp bakmadım. Yükselen arp sesiyle tanıdık bir şey bulmanın rahatlığı çöktü omuzlarıma. Aynı oyunu bir kere daha oynama zamanı...

Kafamı sallamakla yetindim. Çünkü kelimeler baş belası... En iyisi susmak. Uzun uzun... Kilometrelerce... "Ben de öyle düşünmüştüm." dedi laubali tavrını destekleyen ve yersiz alınganlık gösteren bakışlarıyla, fısıldayarak. Sadece bir an ona dönsem, kısacık bir an göz göze gelsek biliyorum. Öfkenin bendeki ela girdabına şahit olduğunda kümes hayvanları gibi kaçışacağını biliyorum. Bıçağı boğazına dayadığımda yalvaracağını, korkudan titreyip af dileyeceğini biliyorum ama o da farkındaki asla tenezzül etmem onun gibi bir hayalet için elimi kaldırmaya.

"Beyefendi yukarda sizi bekliyor."

Adımlarım zeminde tok yankılar bırakırken içerisi henüz boştu. Kapılarını aralamak için son yarım saate girmişti SİTEM. Akın'ın mekanı burada açılmadan önce kapısında kuyruk oluşan nadir yerlerdendi. Garsondan uzaklaştım. Asma kata çıkan merdivenler sarmal, korkuluksuz ve cam yapısıyla beni yukarı taşıdı. Üst kat eşyalardan arınmış, sade haliyle özetle mütevazi bir tasarıma sahipti. Beyaz ışıklar ve aynalı tavan... Akın, balkon parmaklıklarına dayanan bedeniyle gözlerini kapatmış, mekanın içinde yankılanan arp sesine kapılmış sallanıyordu.

Ona bakınca söyleyeceğim son şey bile yakışıklı değildi. Karizmatik ya da çirkin... Ona bakınca bunlardan hiçbiri aklıma gelmiyor. Kimsenin aklına da geleceğini düşünmüyorum. Boyu neredeyse benimle aynı ve zayıf olmamakla beraber asla iri değil ama görkemli... Heybetli... Yüzünde gülümsemeyi andıran bir ifade taşıyor. Birkaç izin süslediği suratı kemikli ve aynı zamanda bir çocuk kadar masum... Evet... Çok karmaşık bu söylediklerim ama Akın'ı tanımak için çok baktım suratına... Onu anlamaya çalıştım. Ne gördüğümü izah ettim kendime, üstelik defalarca. Her gün yeni bir cümleyle kazıdım aklıma neye benzediğini... Hiçbir şeye... Ama kimseye değil. Çünkü benim için kimse kimseye benzemez. Hatta kimse kendine bile benzemez.

Arptan gelen ses baharı taşıdı ansızın, tohumlar filizlendi ışıltılı zeminden, yeşil yükselmeye başladı; yanımda bir erik ağacı çiçek açtı. Akın sağ eliyle bir kelebeği takip ediyordu. Yürümeye devam ettim. Mevsim tırmandı. Papatyalar her yerdeydi ve şu tepe... Hani her resimde üzerinden güneşin doğduğu... O var sesin içinde...

LÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin