you were standing there like an angry god

122 41 3
                                    

yere çökmüş, kollarımı dizlerime sarmıştım. bulunduğum yer bir kilisenin önüydü. rüzgar gömleğimden tenimi acıtıyor, sessizliği unutmak adına şarkı söylüyordum.

şu an taehyung'un yokluğumu fark edip endişelenmesi umurumda değildi. yokluğumu fark edip ağlaması da. hayır aslında hepsi umurumdaydı ama bedenime söz geçiremiyordum.

sabah taehyung'u birlikte yattığımız yatakta yalnız bırakmış, sonra da kiliseye gelip umutsuzca içimi dökmüştüm. henüz bir şey yememiştim. bu da buradan kalkıp gitmem için zorluyordu beni.

ayağa kalktım söylediğim şarkıyı kesmeden. sokakta market bulamayıp bir diğer sokağa girdim. sonunda gözüme kestirdiğim markete girip rastgele yiyeceklere yöneldim. aldığım şeylerin ne ismine ne de tarihine bakmıştım.

umursamazlık ve yorgunluk bedenimi büsbütün ele geçirmişti. hatta ağladığımı bile yeni yeni fark ediyordum. artık sabrım kalmamıştı ama pes etmek istemiyordum, taehyung pes etmeden olmazdı.

poşete koyma gereği duymadım. hepsini kucağımda taşımak üzere marketten çıktım. taehyung'un uyanmamasını umarak kaldığımız evin yolunu tuttum.

yürürken sokağın dolu oluşunu izledim. insanların gülüşlerini dinledim. hepsi silik silikti. saniyeler sonra yok olmuşlardı zaten. bu beni hiç endişelendirmemişti. son zamanlarda insanlar var gibiydi.

çok geçmeden eve varmış ve kaldığımız odaya geçmiştim. taehyung uyanmış yatakta oturuyordu. beni görünce gülümsedi. her zamanki gibi bu beni de gülümsetti.

"bu şehrin gürültüsü de hiç çekilmiyor be." deyip saçlarını karıştırdı.

aldığım şeyleri bir kenara bırakıp taehyung'un yanına oturdum. "sıcak su var, duş almak ister misin?"

"nasıl hissediyorsun?"

"hangi konuda?"

"gitgide sönüyorsun jeongguk. ve elimden bir şey gelmiyor." dedi ciddiyetle. "sana dünyaları verdim. hâlâ mutsuzsun!" ciddiyetini bozmasına şaşırmamıştım.

ama bu esprisi beni güldürmemişti.

sessiz kalışı beni rahatsız edince başka bir soru sordum. "aç mısın?"

"hayır midem bulanıyor."

"dinlenmen gerek. uyu istersen?"

"uykum yok."

"güzelim, ne yapmamı istersin?" deyip gülümsedim.

"gözlerimin önünde yavaş yavaş sönüyorsun jeongguk. seni yaşatmak isterdim ama elimden bir şey gelmiyor. olmuyor, sana yetemiyorum."

"taehyu-"

ellerini havaya kaldırıp sözümü kesti. "ben bunların bir kâbus değil de, bir rüya olduğuna inandım sayende. hiçliğin ortasında seninle olmak mükemmel bir şey, jeongguk. tüm bunlara rağmen artık dayanamıyorsun. bu beni kahrediyor. ve bunun sen de farkındasın. tüm uğraşlarımıza rağmen aklımızı kaybediyoruz yavaşç-"

"nasıl söylersin böyle şeyler? seninle olmak bana umut veren tek şey."

"demek istediğim o değil. beni hayatta tutmak için öldüğünün farkında değilsin."

bir şey demedim. sadece ona sarılmak istedim. bunu anlayınca hemen bana yanaşıp kollarını boynuma doladı. boynuna öpücükler kondurdum.

*

pourquoi la mort te fait peur : taeggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin