Bundan beş sene önce ılık bir mayıs ayında, hiç görmediğim birini gördüm. O ana kadar nasıl onu görmemişim diye düşünüp durdum. Neden ve nasıl hayatımın hiçbir yerinde olmamış, hiçbir yere nasıl koymamışım onu? Ablamın nişanına bir kadın geldi tam o gün, onu gördüğüm ilk gün. Güler yüzlü, kıvırcık saçlı ve oldukça genç gösteren bu kadının gölgesine bir çocuk yerleşmişti. Çocuk değil, yetişkindi aslında ama toy bir yetişkin. Hakkında söyleyebileceğim pek bir kelime yoktu, onu tanımlayabileceğim veya değerlendireceğim bir kalıp yoktu işte. Saf ve küçük görünüyordu, çocuk gibi hatta bir yavru gibi. Geniş vücudunun içerisinde bir eziği barındırıyordu adeta çünkü o çok çekingendi, tahminimden çok daha çekingen. Ezik kelimesi doğru muydu bilmiyorum ama adını bile bilmediğim için ona sadece ezik diyecektim. Kocaman gözleri vardı. O büyük gözleri, aynı ırka mensup olup olmadığımızı sorgulatıyordu bana hep. Baktığı anlar, gözlerimizin birbirine değdiği anlar saniyelerle sınırlıydı çünkü istemezdi ve bakmazdı bana. Belki de bakamazdı, muhtemelen bakamazdı, yapamazdı. O gözlerinde neler saklıydı kim bilir fakat bunu hiçbir zaman tam anlayamadım. Aslında bana verdikleri çok sınırlıydı gözlerinin. Daha fazlasını istiyor gibiydi ama ket vuruyordu bakışlarına. Hoş geldiniz faslından sonra kenara bir yere oturdular. Annesinin elbisesini çekiştirdi, eli hep oradaydı. "Şu üzerindekileri çıkar ve doğru düzgün bir şeyler giy artık. Ayrıca Jeongguk ve annesine hoş geldiniz de." Demek bu küçük eziğin adı Jeongguk'tu. Annem, deri ceketlerimden ve sıkı pantolonlarımdan hoşlanmazdı. Hatırı olsun diye bugün oturtmalı bir ceket ve kumaş pantolon giymiştim fakat bu sefer de dardı dolayısıyla bunu da sevmedi. İçime giydiğim Led Zeppelin tişörtü onu delirtti. "Ablan nişanlanıyor senin giydiğin şeylere bak!" Kenara çekip azarlıyordu beni. "Düzgün bir şeyler bul kendine. O kollarını da kapat!" Dövme konusunda da herhangi bir tahammülü yoktu. Ceketimin altındaki tenimin gözükmesine bile müsaade yoktu. "Bu arkadaşlarına da söyle çok durmasınlar burada. Hiçbirinden haz etmiyorum! Ne diye çağırdın bunları?" Cevap vermediğim her saniye kafayı yediriyordum ona ama ne diyebilirdim ki? "Min Yoongi!"****
Yaşadığımız sahil kasabasının, denize yakın sitelerinden birinde oturuyordu. Küçük evleri, bizim evimize yakındı. Odamın balkonundan onun odasını veya aşağıdaki salonlarını görebiliyordum dikkatli baktığımda. Sabahları kalkınca güneşi selamlıyordu, çok acayip! Kalın alt dudağının kenarları, hızlıca iki yana kıvrılıyor ve gülümsüyordu güneşe doğru. Dudaklarının altında, bir lekeyi ya da yara kabuğunu andıran beni vardı birebir aynısı, burnunun ucunda da bulunuyordu. Yüzünü yıkayıp yaz güneşinin önüne çıktığı zamanlarda teni parıldıyordu. Kenarlarını, istisnasız her sabah ıslattığı kısa saçları vardı o zamanlar, güneşe değer değmez kuruyordu düzgün kesilmiş teller. Büyük gözlerini kısar, kaşlarını çatar ve burun kemerini buruştururdu. Bunu yaptığı zaman, ince üst dudağı yukarı doğru kalkar ve tavşanlar gibi uzun ve bombeli olan ön dişleri ortaya çıkarırdı. "Dişlek, dişleksin!" Saçlarında gezdirirdi parmaklarını, kendi odasının balkonuna bile üstsüz çıkamayacak kadar çekingendi. Tişörtün altındaki beyaz teni birazcık bile gözükse rahatsız olurdu fakat buna rağmen ince ve kısacık şortlar giyerdi. O kadar kısa olurdu ki o şortlar, neredeyse şortun altındaki çamaşırın paçaları bile görünecek raddeye gelirdi. Kulaklarında, piercingler ve sallanan küpeler vardı, onlarla uyurdu. Çıkardığını, tek bir günü bile görmedim. Günler geçerken, onu izlemeyi rutin edindim kendime. Her sabah, güneşe doğru gülümsemesini izliyor ve sanki güneş benmişim gibi mutlu oluyordum. Yirmi üç yaşında, kasabadan bir saat uzaktaki özel üniversitede okuyan, bir öğrenciydim. Babam ve annem, konservatuarda okuduğum için benden nefret ediyorlardı. Belli etmiyorlar ancak içten içe haz da etmiyorlardı fakat bursum olduğu için kimse ses etmiyordu. Ablam, genelde bana destek oluyordu. Para vermediklerinde ondan alıyordum. Bir de her yaz, arkadaşlarımla çalıp para kazandığımız bir rock bar vardı. Yaşadığımız kasaba, turistikti. Yazları, bir sürü insan gelir ve bu barda bizi dinlerlerdi. Buranın yerlisiydik, çoğumuzun gittiği lise ve üniversite aynıydı. Aslına bakılırsa hepimizin hayatları aynıydı. Yirmi üç yaşındayken değişti hayatım. O ezik Jeongguk sayesinde, rutinlerim esnedi veyahut değişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
meek
Fanfictionküçük bir sahil kasabasında yaşayan, rock müzik tutkunu min yoongi ve onun güzel fakat ezik jeon jeongguk'u.