Gözlerini güneşe açmıştı, güzel bakışlarını çevirmişti bakışlarıma. Kırmızı yanaklarının üzerinde ufacık silik çiller vardı. Sonra bakışlarını kaçırdı. Geceden kalma ceketinin onu bunalttığını düşündüm, yakalarını indirmeye zorladı çünkü uykusunda birkaç kez. Kumdan nasibini almış saç tellerinden önce tişörtünü silkeledi. Gözlerini aralar aralamaz gördüğü tek şeyin ben oluşuna sevinmekle meşguldüm. "Günaydın." Fısıltıdan ibaretti sesim. Saat beşi kırk dört geçeden beri onun güzel yüzünü izliyordum ve şu anda saat sekiz yirmi altıydı. Uyandığında bile gizleyemiyordu utancını. Güzel elleriyle gözlerini ovaladı. Kendi kendine gerindikten sonra bana bakarak "Günaydın." dedi. Bakışlarını denize doğru kaçırdığında saçlarındaki kumları temizliyordum. "Burada mı uyumuşuz?" Kısık sesle sordu. "Hım. Uyuduk." "Annemler çok merak etmişlerdir beni!" Panikle büyümüştü gözleri. Kalktı ve toparlanmaya çalıştı. "Gitmeliyim hyung, özür dilerim." "Sakin ol, haber verdim annenlere." Panikle bakmayı sürdürüyordu, panikleyince çok tatlı görünüyordu gerçi her zaman tatlıydı. "Ne?" Güldüm. "Annenlere diyorum Gguk, haber verdim." Gözleriyle yokladı sağı solu, Saçlarını kulağının arkasına yasladı. Bu hareketi yaparken bir kez daha görmüştüm onu. Çok naif ve narin görünüyordu. Kemikli elleri, hafifçe titriyordu. "Tamam, tamam. Bi-bir sorun yok öyleyse, de-değil mi?" "Hayır, hiçbir sorun yok sakin ol. Gel, uzan yine yanıma." Yattığım yerden ona seslendim, yanıma uzansın istedim. Yavaşça uzandı. "Dün geceyi hatırlıyor musun?" Uzanmıştı, kapalı gözleriyle denizin sesini dinliyordu. "Ha-hatırlıyorum ama hatırlamamam gereken bir şey mi var h-hyung?" Gözleri kapalıyken tane tane konuşuyordu. Kendimi geriye verdim, böbürlenerek gülümsüyordum. "Bana hyung demediğini mesela kesinlikle hatırlamalısın." Gözlerini şokla açtı ve sonrasında hemen çekti bakışlarını sağa sola doğru. "Ne dedim?" Bakmadan konuşuyordu bana. "Adımla seslendin ama seslendiğini düşündüğün başka bir hitap mı vardı yoksa?" Kaşlarını çattı, yalandan da olsa sinirlenmiş gibi görünüyordu. "Ha-hayır! Ne olabilir ki? Yok, yok yani ben düşünmüyorum. " Kafasını benim olmadığım yöne doğru çevirdi. "Sevgilim, olabilirdi mesela." Yanaklarının kızardığını gördüm. Sabah güneşinin ıslakça öptüğü kırmızı yanakları, üç beş ton daha kızarıyordu şimdi. Kafamı yasladığım kolum uyuşmuştu fakat gözlerimi alamadan ona bakmayı sürdürüyordum. Kıpkırmızı yanaklarına küçücük birkaç öpücük dizmek benim sınırlı isteklerimdendi. "S-sevgilim." "Evet, evet öyle." Gülümsemeden duramıyordum sanki dünyanın en mutlusu bendim. "Dün gece birbirimizi öptüğümüzü hatırlıyor musun?" Dudaklarını dişliyordu. Boştaki elimi çenesine yasladım ve minik beninin üzerinde gezdirdim parmağımı. "Hatırlıyor musun, hım?" Gözlerini büyük bir hızla kırpıştırıyordu, kirpiklerini öpesim vardı onun. Kafasını benim tersime doğru çevirdi yeniden. Dudaklarını sıkıntıyla dişledi birkaç kere daha. Elimle son vermeye çalıştım buna. Kuru parmağıma değdi nemli dudakları ve bayıldığım ön dişlerinin ucu. Aşağı yukarı salladı başını yavaşça. "Nasıl? Hoşuna gitmişti değil mi Jeongguk?" Niyetim onu zorlamak değildi lakin zorlanıyordu. Daha fazla soru sormadım ona. "Benim gitmişti, sen bunu sormadın ama." Mırıldandım. "Aslına bakarsan bunu bekliyordum bile ve senin de beklediğini öğrendim dün." İlgiyle dinliyor gibi görünüyordu. "Seni hep öpmek istiyorum ben." Bir elim yüzünün belli noktalarında turlamaya devam ederken bakışları büyüyordu gitgide. "Ama konuşsana benimle." Koyu dudaklarını araladı. "Benim-..." Yutkundu. "bunun için ne kadar utangaç olduğumu biliyorsun. En iyi sen biliyorsun." Tek seferde, net bit cümle kurdu. "Evet ama-..." "Sadece olabiliriz hyung. Biz yani şey i-ikimiz." Nasıl güldüğümü bilmiyordum ancak o bana hayranlıkla bakıyordu. Parmaklarıyla oynarken bir çocuğu andırıyordu. Yattığı yerden gür kirpiklerini ve biraz geniş burnunu inceledim. Burnunun üstündeki benlere de sabah güneşi değiyordu. "Sevgililikten bahsediyorsun sen?" Soru soruyor gibiydim aslında. "Sevgilin o-olmak yani olabilirim aslında, evet. Ben-..." Harfleri uzattıkça peltekleşiyordu. Dudakları öne uzanıyor, gözleri büyüyordu. "Ben senin sevgilin o-olmak is-..." Gözleri doluyordu. Tanrım, bu ne zor bir utançtı böyle! Onu bu hale sokan şeye hem küfrediyor hem de şükrediyordum. "İ-isterim." Zorla yutkundu. Dolu gözleriyle bana baktığında içimdeki en derin bağların teker teker koptuğunu hissediyordum. Hissetmem gereken hisler birbirine karışmış bir şekilde tepetaklak yuvarlanıyordu. "Ağlama." Gözlerinin yaşını siliyordum. "Neden ağlıyorsun ki? Ağlayacağın bir şey yapmadım sana ben." "Yapmadın!" Daha da şiddetliydi şimdi gözyaşları. "Ağlama bebeğim, ağlama sevgilim." Bunu dediğim anda yumuşadı mimikleri ve kafasını nazikçe elime yasladı. Çok güzeldi, sonsuza kadar bıkmadan izleyebileceğim kadar güzel. "Sadece ben alışkın değilim. Birilerinin beni sevmesine, istemesine. Sevmek için uğraşmasına, sevdirmek için." Yattığı yerden sokuldu vücuduma. Cenin bir vaziyette yatıyordu öylece, savunmasız bir bebek gibiydi. Ne yapacağımı bilemeden, ellerimi yavaşça kısa deri ceketinin içine sokarak tişörtünün üzerinden sırtını okşadım. "Kimse beni i-istemez ki. A-annemden başka." Mırıldanıyor ve ağlıyordu. Sırtını okşuyor saçlarını öpüyordum. Sahile gelen birkaç kişi bizi fark ettiyse de hiçbir şekilde rahatsız etmiyordu. Bu kasabanın kendi halindeliğini seviyordum. "Seni ne kadar çok istediğimi bilemezsin." Kafasını kaldırdığında tatlı yüzü, yüzüme çok yakındı. "Gerçekten?" Yine soramadı sorusunu, yine utangaçtı bunun için. "Evet. Sözlerimi kandırmaca sanma Gguk. Seni ilk gördüğüm andan beri istiyorum, deli gibi istiyorum hem de. Senle ilgili her şeyi çok istiyorum." Öptüm dudaklarını, dün gecekinden daha büyük bir şefkatle.
****
Bizim evimizdeydik. Annem, babam ve ablam yoktu. Evimiz boştu, yalnızca küçük köpeğimiz Holly ordaydı. Jeongguk onu sevdi. Ona gülümsedi ve onu öptü. Mutfağa girdik beraber. Bu kadar iyi yemek yapabildiğini bilmiyordum. Çok çeşitli bir tost yaptı bize. Onun elleri değdiği için bile bitirebilirdim ne kadar dolmuş olsa sa midem. Sohbet ettik, gözlerini defalarca kez kaçırdı yine benden ama artık daha rahattı. Gülümsüyor, uzun cümleler kuruyordu. "Hep başarılı bir öğrenciydim aslında." "Öyle olduğunu tahmin ediyorum." Ağzım doluyken konuşmuştum. "Yapacak başka pek bir aktivitem yok, takılacağım arkadaşlarım da yok. Okulda Jiminle takılırım sadece." Göz bebekleri titriyordu. "B-bir arkadaşım daha var!" Gülümsediğinde kıskandım o arkadaşını. Daha kim olduğunu söylemeden kıskandım. Ne hakkım vardı ki buna? Ne haddimeydi dağdan gelip bağdakini kovan tavırlar? "J-Jennie. Tanımazsın hyung." Omzunu silkti ve tostundan bir ısırık aldı. Tavşan gibiydi dişleri ve de suratı. "Jennie senden küçük, tanımazsın o yüzden ama ben çok severim." Arkadaşlarından bahsederken bu denli güler yüzlü olması onun ne kadar iyi bir arkadaş olduğunun işaretiydi. "Ve artık Taehyung hyung var." Gözlerimi devirdim. "Taehyung herkesle arkadaştır. Aslında Jimin'de öyle. Jimin ile nasıl uyuşuyorsunuz anlamıyorum." "Çok eski bir arkadaşım, ondan. Biz biliriz birbirimizi, evet." Kıpırdandı yerinde. Bir bardak suyu yavaşça bitirdi. Hep onu izliyordum, gözlerim sürekli ondaydı. Böyle bir şey olamazdı, böyle güzel bir insan yoktu bu dünyada ondan başka. Sanki Jeongguk yalnızca bir hayalden ibaretti ve ben uyanmaktan korkuyordum. "Bizim ailelerimiz de arkadaştır. Sormadın ama." "Sormama gerek yok bebeğim, sen anlat ben seni dinlerim. Ne anlatırsan, hiç fark etmez." Acınası gelebilir ama geldiğim son nokta sahiden de buydu. Ona bebeğim dediğimde yanaklarının rengi anında değişiyordu. "Ailenle aran nasıl?" "Annem beni sever, yani öyle bence." Küçük dudaklarını ezişini zevkle izliyordum. "Ama babam pek sevmiyor." Kaşlarım çatılmıştı. Jeongguk gibi bir evlat nasıl sevilmezdi ki? Hiç büyümeyen bir bebek gibiydi, tertemizdi. Nasıl sevilmezdi? Yaşıtları bin türlü boklar yerken Jeongguk sadece oturuyor, kitap okuyor ve renkli giyiniyordu. Sınırlar ötesi hayal dünyasının baş karakteri olmakla yükümlüydü. Üstelik başarılı bir öğrenciydi ve donanımlı bir beyne sahipti. "Neden sevmiyor ki seni? Sikeyim, seni kim sevmez ki?" Sinirlenmemek elde değildi o an. "Ben biraz fa-farklıyım ya hyung. Ondan dolayı sevmiyor beni, seve-medi." "Siktirsin ordan!" Korkutmamaya çalışıyordum onu. "Seni kim sevmez, delireceğim Jeongguk! Kim?" Yüksek sesim bile onu korkutuyordu, o kadar hassas bir çocuktu. Bu kadar kıymetli birisi, nasıl olur da hak ettiği değeri göremezdi? Hem de öz babasından. "Sen farklısın, bu doğru." Bunu dediğimde gözlerindeki dehşeti kimseye açıklayamazdım. "Ama seni böyle o kadar çok seviyorum ki. Jeongguk, ben seni farklı olduğun için öyle bir seviyorum ki. Hep böyle kal." Hep böyle kal benim güzel bebeğim, hep böyle ol. Gülümsedi. "T-teşekkür ederim." Utançla eğdi başını. "Babanın sevmediği yerlerden, insanların seni sevmeyi bilmediği yerlerden ben severim seni." Akşamüzeri Jeongguk'un odasını gören odamda sevdim onun vücudunu, ruhunu ve tenini. Her yerini öptüm, dudaklarımla mühürledim ve hiç itiraz etmedi. Sevilmeyi bilmeyen, doğduğunda onu kucaklayan eller tarafından sevilmemiş bu çocuğun her yerini okşadım. Her bir hücresine değdirdim kendimi, ruhumu ve bedenimi ve özümü. İzlerinden öptüm, en güzel yerlerinden. Onu öyle çok sevdim ki işte, kendine bile kalmadı. Zaten tüm amacım ve isteğim buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
meek
Fanfictionküçük bir sahil kasabasında yaşayan, rock müzik tutkunu min yoongi ve onun güzel fakat ezik jeon jeongguk'u.