"Jeongguk, Yoongi'nin ailesi geldi. Selam vermeye gelmeyecek misin?" Aynı yılın, haziran ayında onların evine gitmiştik. Ailelerimizin böylesine yakın olduğunu gerçekten bilmiyordum. Annem, babam ve ablam onların evine gelirlerdi ama bu benim buraya ilk gelişimdi. Babamın, babasıyla selamlaşması bile son derece içten görünüyordu. Bunca zaman, nasıl? "Jeongguk?" Annesi bir kez daha seslendi. "Ah, bu çocuk! Kulaklıklarını takmıştır muhtemelen. İstersen sen gidip ona bakabilirsin tatlı oğlum." Tatlı oğlum lafına daha sonrasında gözlerimi devirebilirdim ancak şu anda onu üzmemek için saygıyla eğilip gülümsedim. Odasının nerede olduğunu bilmiyordum, annesi de söylememişti fakat ahşap ve pek sağlam görünmeyen merdivenleri tırmandıktan sonra tam karşıda kalan oda olduğunu anlamam pek uzun sürmedi. Pembe boyalıydı odası. Üzerinde rengarenk tablolar ve posterler vardı. Annesinin söylediği gibi kulaklıkla müzik falan dinlemiyordu. Müziği, hoparlöründen dinliyordu ve sesi yüksek sayılırdı. Kendisi de söylüyordu. Kadifemsi bir sesi, kötü bir aksanı vardı. Hoş ve huzurluydu. Şarkının bazı cümlelerini bilmediği için o kısımlarda sessiz kalıyordu. Dikkatle dinlediğimde, bunun aslında Here Comes The Sun olduğunu anlamam uzun sürmedi, gülümsemeden edemedim çünkü The Beatles dinliyordu ve bunu severdim. Henüz onu görmüyordum, merdivenin tüm basamaklarını dikkatlice çıktıktan sonra tek kişilik yatağa uzanmış bedenini görebildim. Altında, kısacık şortlarından biri vardı. Bu kez bebek mavisi ve puantiyeliydi. Üzerinde ise gri renkli uzun bir tişört vardı. Sırtüstü yattığı için tişörtün bir kısmı karnını açıkta bırakıyordu. Saçlarının önünde ise küçük, tavşanlı bir kelebek toka vardı. "Here comes the sun, do do do do!" O, kendi kendine mırıldanırken elindeki kitabı inceledim. Chéri isminde bir kitaptı, daha önceden hiç okumadığımı fark ettim. Anlaşılan o ki, çok fazla okuyordu çünkü yatağının hemen önündeki kitaplık, en ufak bir boşluk kalmayacak şekilde doluydu ve düzenliydi. "Jeongguk!" Duymuyordu, kahrolası! Hiçbir şekilde duymuyordu. Şarkısını söyleyip kitabını okumakla son derece meşguldü. Bacaklarını sağa sola doğru hareket ettiriyor ve beni delirtmeyi başarıyordu. İnce bacakları, aynı zamanda da sıkıydı. Tek bir tüy bulamazdı kimse. Parlak bir cildi vardı, beyaz tenliydi ve benlerle doluydu. Benlerin rotası oluşmuştu sanki onlar bile özenle dizilmiş gibilerdi. Şortu o kadar kısaydı ki neredeyse kasıkları görünecekti, terlemeye başlamam normal değildi. Yüzünde, uğur böceği desenli bir kağıt bir maske vardı, gülümsedim. Nihayet beni görmüştü. "Yoongi hyung!" Kendimden küçük birinin bana hyung demesi beni rahatsız etmezdi hatta olması gereken buydu. Bu rahatsızlığı ilk kez Jeongguk'ta hissediyordum. Bana Yoongi demesini istiyordum ya da kendi taktığı herhangi bir takma adla seslensin ki ben bundan hiç hoşlanmam ama onun yapmasını isterdim. Lakin bu samimiyetimiz yoktu, aslında hiçbir samimiyetimiz yoktu. Onu yalnızca ablamın nişanında ve birkaç kez de sahil kenarında görmüştüm. Orada ise sadece selamlaşmış ve biraz hayat hakkında konuşmuştuk. "Duymadın beni bir türlü." Hızlıca toparlandı ve oturur vaziyete geldi. Gözlerini kaçırıyordu, Jeonggukla ilgili en büyük sorun buydu. Gözlerime hiç bakamıyordu bense onun gözlerinin içini görmek istiyordum, bir sebebi yoktu. "Ah, özür dilerim ben-..." Cümlesini tamamlamasını bekledim ama o, elindeki kitabı öylece bırakıverdi ve müziğin sesini kıstı. "Ge-gelmek ister misin?" Uzun tişörtü ile açıkta kalan bacaklarını örtmeye çalışıyordu tüm bunları yaparken çok tatlıydı. Yatakta bana yer açtı ve böylece yanına oturmuş oldum. Yatağın ucuna oturuyordum neredeyse, ona yakın olmamak için elimden geleni yapıyordum tahminimce ciddi bir sosyalleşme sorunu vardı, anksiyete düzeyinde. Bacaklarını örtmeden hemen önce iç bacağında, derin bir ameliyat izi olduğunu gördüm. Baktığımı fark etmiş olacak ki hızlıca kapattı bacaklarının üzerini. "Ondan rahatsız oluyorum." Ona açıklamada bulunma gereği hissettirdiğim için kendimden nefret ettim o an. Gözlerimi hızlıca kaçırdım, nereye bakacağımı bilemediğimden dolayı hızlıca odasını inceledim. Jeongguk'u tanımasanız bile odasının böyle olacağını bilirsiniz gibi bir odaydı; rengarenk, cıvıl cıvıl ve titiz. "Bakmamalıydım, özür dilerim." Kimseden pek kolay özür dilemezdim, kimsenin evinde, iki bacağımı birleştirip oturmazdım veya böyle Barbie filminden çıkma bir odada bu kadar sakin bir şekilde oturamazdım ancak bu çocuk beni delirtiyordu, bütün bunları kolaylıkla yapıyordum işin içinde o olunca. "Yo, hayır." Gerisini anlamadım çünkü cümleleri ağzında geveleyip durdu. "Bilmeni isterim ki kötü durmuyor." "Ne?" Bir saniyeliğine suratıma baktı. Yüzünde hala daha o aptal maske, kafasında ise hala daha o toka vardı. "Kötü değil, farklı görünüyor." Onu rahatsız etmemeyi umarak bacaklarını sakladığı tişörtü kaldırdım ve kasıklarının oradaki derin çukura baktım. "Neden oldu bu?" Bunları konuşmamız saçmaydı. Birbiri hakkında hiçbir şey bilmeyen iki insanın tüm bunlardan bahsetmesi anlamsızdı. Aslında ben onun hakkında bir şeyler biliyor sayılırdım. Sabah rutinlerini, salonda izlediği televizyon programlarını ve sahile hangi saatlerde gittiğini biliyordum mesela. "Bu mu? Ah, şey bu-..." Göz göze geldiğimizde hızlıca bacaklarına çevirdi bakışlarını. "Doğuştan gelen bir kalça çıkığım vardı, ameliyat oldum." "Hım." "Aslında e-epey uzun bir iz. Kalçama, hatta neredeyse belime kadar devam ediyor, gerçi sormadın ama-..." Kafasını hızlıca çevirmeden önce bacaklarını örttü. Güldüm, sesli gülümseyişime alınır mı bilemedim. "Şimdi iyisin?" Soru sorar gibiydi bakışlarım. "E-evet hyung iyiyim, teşekkür ederim sorduğun için. Protez bir kalçayla yaşıyorum. Yalnızca izinden hoşlanmıyorum." Kendi dediğine de güldü, elleriyle oynuyordu. Yüzüne uzanıp maskeyi hızlıca çektim. Kenardaki komodine koydum artık tamamen kurumuş maskeyi. Onu unutmuş olacak ki kıpkırmızı oldu suratı. "Ah, Tanrım! Hala suratımda mıydı?" Panikle söylenip sağa sola bakınıyordu. "Güzel bir dövme yaptırabilirsin." Kollarımdaki dövmelere bakıyordu şimdi. Uzun bir süre inceledi ve daha sonrasında kendinden utanmış olacak ki hızlıca çevirdi kafasını. "Imm..." alt dudağını ısırıyordu. Sadece uzaktan izleyebildiğim küçük beni, oradaydı. Ona doğru uzanıp nazikçe öpmek istiyordum, Jeongguk beni mahvediyordu yalnızca. "Seninkiler gibi mi?" Kollarımdakileri geçtikten sonra şortumun açıkta bıraktığı yerlerdekilere bakıyordu. "Bütün vücudun dövmeli mi böyle?" "Hepsi değil Jeongguk. Bak, bazı yerlerde küçük boşluklar var." Kollarımda kalan tek tük boşlukları gösterince gülümsedi. Kıkırtısı, odaya yayıldı. Tanrım, nasıl da güzeldi! Bombeli dişlerini bu kadar net görmek bile dünyadaki en keyifli eylem olabilirdi şu anda benim açımdan. Bana bunu nasıl yapıyordu? Bir ayda yalnızca, onu gözetlemediğim zamanlarda, üç kez görmüştüm onu. Bundan öncesinde varlığından bile haberim yoktu, silikti. Bunu nasıl yapabiliyordu? Etkisi öyle büyüktü ki zihnimin içerisinden, onu kendi yatağında deli gibi öpmek geçiyordu tam da şu anda. Jeongguk'u tanımıyor sayılırdım ama biliyordum aslında. Jeongguk, zararsızdı. Yemin ederim öyleydi. O, yalnızca kendi halinde, sakin, uysal bir çocuktu. Üzerimdeki siyah AC/DC tişörtüm ve siyah şortumla bile birbirimizden tamamen farklı olduğumuzu bariz bir şekilde belli etsek de ben kendimi ona yaklaşmak isterken buluyordum sürekli. Bundan sebep, annemlerle bu nefret edilesi ziyarete gelmiştim bugün. "Bir gün isterse canım, bana önerebilir misin?" Utangaç halini biraz yatıştırmış gibiydi. "Tamam, tabi ki." Yanındaki kasede çilekler, ananas dilimleri ve kayısılar vardı. "İster misin hyung?" Turuncu renkli geniş kaseyi bana doğru uzattığında çileklerden birini aldım ve yedim. O da yiyordu, ikimiz de hiç konuşmadık. Yatağın kenarından sarkıttığı bacaklarını sallıyordu. Çok sıcak olduğu için biraz evvel bacaklarını sarmalayan tişörtü kenara atmıştı ancak hala daha yeterince utanıyor gibiydi çünkü bacaklarını sımsıkı kapatmıştı. Balkonunun açık kapısından hava geliyordu ve o balkondan deniz görünüyordu. Az evvel kapatmadığı kitabın sayfalarını hareketlendirdi rüzgar. Kitaba baktığımda, Fransızca olduğunu anlamam biraz uzun sürdü. "Vay be!" Ağzımda ananas dilimi vardı. "Fransızca mı biliyorsun?" "E-evet." Gözlerini kaçırdı. "Şey, küçükken öğrendim." Jeongguk, tamamen bir proje çocuktu. Keman çalıyor, birkaç dil biliyordu. Resme yatkınlığı vardı, bazen balkonda resim yaparken görürdüm onu. Odasının her yerinde de kendi çizdiği portreler vardı. "Başka, başka bir dil biliyor musun?" Benim bakışlarım ona dönüktü ancak onunkiler benimkinin yakınından geçmiyordu bile. "Yunanca biliyorum hyung, garip gelebilir ama biliyorum. Bir de Almanca." "Üç dil demek." "İngilizce de var." "Ah, özür dilerim." Yüzü kızarıyordu, çok güzeldi. Onu izlemeden duramıyordum, kendimi engellemem gerekiyordu. Bundan rahatsız olduğunun farkındaydım, izlemeyi durdurmam gerekiyordu ama limonatasını içerken ve benden kendini saklarken öyle güzel görünüyordu ki. Bir de harika bir kokusu vardı, mükemmel kokuyordu. Rüzgar estikçe burnuma dolan kokuyu unutmamak için her şeyi yapardım. Bakışlarımı çektim ve odağımı değiştirmeye zorladım kendimi. "Sınava girdin değil mi?" "Evet hyung, güzel bir sonuç aldım aslında." "Üniversitede ne okumayı düşünüyorsun?" "Felsefe. Ailem istemiyor ama ben istiyorum." "Felsefeyi seviyorsun." "Çok." "O zaman kendi istediğini yap." Derin bir nefes aldı. Ayıcıklı bardağını kenara bıraktı. "Sen ne okuyorsun?" "Konservatuar okuyorum." "Hım?" Kaşları kalkmıştı, dudaklarını ısırıyordu. "Ne oldu, şaşırdın?" "Evet, ben senin sayısal bir bölüm okuduğunu düşünmüştüm." "Hakkımda düşünmüşsün." Onu deli gibi utandırdım, istemediğim halde. "Şey, bu seni ra-rahatsız ettiyse." Güldüm. "Jeongguk, hayır! Hayır neden etsin?" "Bilmem, ben-..." "Konservatuar okuyorum ben, benim de ailem istemiyor hiç ama umurumda değil." "Keşke senin gibi olabilsem." Ağzında gevelediği için duymamış gibi yaptım. "Burada rock barda çalıyoruz bazı geceler. Çarşamba akşamı dokuzda orada olacağım, derslerin de bittiğine göre gelebilirsin, eğer istersen." "Hyung, ben öyle yerlerde yapamam, biliyorsun." Kollarını kaşıyordu şimdi ya da tırnaklıyordu. Utandığı anlarda, kendine verdiği bir zarar da olabilirdi bu. "İstersen eğer yani gelmeyebilirsin de ama ben gelmeni çok isterim." "Jimin'e söylerim hyung. O gelirse gelirim ben de tek başıma zor oluyor." Bebek gibiydi. "Tamam pekala." Jimin, Jungkook'tan ziyade tam bir sosyal kelebekti. Taehyung'un arkadaşı olduğu için tanıyordum onu. Ayrıca hadi ama! Jimin'i kim tanımazdı ki? Bütün kasaba onun hakkında konuşurdu çünkü konuşulacak biriydi. Jeongguk ile arkadaşlardı, garip bir ilişki. "Şimdi gitmeliyim." Giderken bile onu izledim. Güzelliği öyle göz alıcıydı ki Tanrı inancı olmayan ben, kimse onun bu güzelliğini fark etmesin diye dua edecek haldeydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
meek
Fanfictionküçük bir sahil kasabasında yaşayan, rock müzik tutkunu min yoongi ve onun güzel fakat ezik jeon jeongguk'u.