Benim için sıradan bir gündü, her zamanki gibi avlanmak için elimde yayım sırtımda ise sadağımla ormana doğru yola koyulmuştum. Gün benim için daha yeni başlıyordu. Öyle ki güneş bile daha doğmamış, güzelim ışıklarını etrafa yaymaktansa kendine saklamayı yeğliyordu. Etraf yeni yeni güneşin kendine saklayamadığı ışık hüzmeleriyle aydınlanmaya başlarken ormanda gün çoktan başlamış görünüyordu. Çünkü kuşların cıvıltıları her yeri dolduruyordu. Öyle güzeldi ki...Kendimi yine tutamamış her gün görsem de hayran olmaya doyamadığım bu orman manzarasına kendimi kaptırmış gitmiştim ki bir hışırtı duydum. Hemen ilk gördüğüm ağacın arkasına saklanarak pusu kurdum ve bingo! Uzakta bir geyik vardı, beni iki hafta idare edebilecek bir geyik!.. Ne çok büyük ne de çok küçük olan bu geyiğin bedeni uzun süreden beri yakalayabildiğim belirli hayvanlardan birisi olan tavşan ve sincaplara kıyasla benim yeterince beslenmemi sağlayabilecek üstüne tahminimce iki hafta da idare edebilecek türdendi. Bu beni nedense heyecanlandırmıştı çünkü büyük hayvanlar bulma konusundaki yeteneklerim bu yaşıma gelmiş ve ormadaki bir kulübede tek başına yaşayan biri olarak oldukça sorgulanır cinstendi.
Şanslı günümde olmalıydım. Çünkü ben kendimi kaptırmış giderken avım kendi ayaklarıyla yanıma gelmiş ve beni bulmuştu. Daha fazla oyalanmadan hemen sadağımdan bir ok elime alıp yayıma geçirdim ve pustuğum yerden nişan almaya çalıştım fakat bu iş oldukça zorlayıcıydı. Eğer bir ses çıkartırsam bu hayvanların kulakları oldukça iyi çalışıyor. Bu nedenle korkup kaçıyorlar ve daha önce bir kaç büyük hayvan avlama deneyimlerimde başıma geldiği gibi yemeğimden olmak istemiyordum. O kadar atış talimi yapmışken, artık buna hazır olduğumu hissettim.
Yapabilirsin Jungkook, sadece derin nefes al ve üçe kadar say.
Bir...
İki...
Ve üç...
Yaydan çıkan ok gitti ve gitti ama geyik yine benden önce davranmıştı, lanet olsun! Bu sefer hiç ses de çıkarmadığıma eminim, nasıl ıskalarım? Buna daha fazla kafa yoramam, yormamalıydım. Çünkü geyik bulmak o kadar kolay değildi -en azından ben her zaman bulamıyorum, bulsam da sonuçlar parlak değil- bu nedenle iki haftalık yemeğimi tabi ki kovalayacaktım. Az önce geyik için atmış olduğum fakat ağaca saplanan okumu hemen ağaçtan çıkarıp çoktan uzaklaşmış geyiği ayak izlerinden takip etmeye başladım.
Uzun bir süre geyiğin hafif nemli olan toprakta bıraktığı ayak izlerini kaçırmadan takip etmek adına oldukça odaklanmış bir şekilde kafamı yerden kaldırmamıştım ve bu büyük bir aptallıktı. Çünkü etraftaki benzer ağaçlardan ne geldiğim yönü çıkarabiliyordum, ne de kovaladığım geyiği görebiliyor ve herhangi bir sesini işitiyordum. Bu noktada tahmin edebildiğim tek şey ormandaki kulübemden çok uzaklaşmış bir durumda olmamdı. Lanet olsun ki burası hiç bir yerden tanıdık gelmiyordu galiba ilk defa tanıdığım civardan bu kadar uzaklaşmıştım.
Tam kayboldum derken uzaktan bir ses duydum fakat bu, hiç bir hayvanın çıkarabileceği bir sese benzemiyordu. Uzak olduğu için tam anlaşılmasa da sanki birisi şarkı söylüyor gibiydi. Sesin geldiği yöne doğru yavaş ve tedirgin adımlarla ilerledim ve o sırada görüş açıma ilk önce bir söğüt ağacı çıktı. Ardından büyük, yaşlı söğüt ağacının kalın toprakla birleştiği köklerinin arasında kızıl saçlı bir oğlan uzanıyordu. Sonunda artık netleşen ses ile birlikte şarkının kaynağını da bulmuştum. Dikkat çekmemek adına hemen çalılıkların arasına sıvıştım. Böylece kısa bir süre de olsa bu kızıl saçlı oğlanı daha rahat gözlemleyebilecektim. Ayrıca dinledikçe farkına vardığım büyüleyici sesin, eşlik ettiği şarkının da neyin nesi olduğunu çözebileceğimi umuyordum. Çünkü daha önce hiç duymadığım bir melodiye ev sahipliği yapıyordu ve belirtmeliyimki bu benim paslanmış müzik ruhumu canlandırmıştı.
Ben içimden tam bunları geçirirken bu sırada kızıl saçlı oğlan şarkısını mırıldanmayı bırakmış ve yerinde kıpırdandığı sırada yüzü görüş alanıma girmişti ve o an anladım ki bir tek sesin kaynağını değil hayalini kurduğum, kalbimi sevgiden deli gibi attıracak kişiyi de bulmuştum. Bu kişi az önce yerinde kıpırdanan kızıl oğlandan başkası değildi. İşte bunu hiç beklemiyordum, o sanki doğa ananın oğluymuş gibi söğüt ağacının altında, söğüt ağacının toprağı sıkı sıkıya tutan kalın köklerine bedenini yaslamış bir şekilde duruyordu. Gördüğüm manzara ne kadar eşsizdi...
Onu kalbimin sahibi yapmalıydım!
Evet, kesinlikle tek düşüncem bu oluvermişti. Onu tek görüşümle tüm dengem alt üst olmuştu fakat bu hissi sevmediğimi kimse söyleyemezdi. Uzun süreden beri ormandaki eski kulübemde tek başıma yaşamaktan şikayetçi değildim. Aksine bu bana uzun süreli elde edemediğim huzuru veriyordu ya da ben öyle düşünmek istediğim için tüm bunlara inanmıştım ve bütün bu duyguları benimsemiştim ta ki doğa ananın oğlu olduğuna inandığım, büyülü sesli, söğüt ağacının sarkıtlı yaprakları arasından geçebilen sınırlı güneş hüzmelerinin kızıl saçlarına ayrı bi boyut kazanan bu oğlanı görene dek...
Onu kalbimin sahibi yapacaktım!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝖳𝖧𝖤 𝖶𝖨𝖫𝖫𝖮𝖶 𝖬𝖠𝖨𝖣⚚ᴶᴵᴷᴼᴼᴷ
Novela Juvenil"Benimle gel güzel oğlan, söğüt yatağından gel." Her şey bu cümleyle başlamıştı. Avcı Jungkook ormanda doğa ananın oğlu Jimin ile tanışmıştı ve her şey çok hızlı gelişmişti. Bu iki aşık, aşkı tatmak isterken başka şeyler ile de yüzleşmek zorunda k...