"Bay Jung?" dedim karşımda gülen gözlerle bana bakan çocuğa. Onu görmemle önce şaşırmış, sonra da hafifçe gülümsememe engel olamamıştım.
"Merhaba! Şey, dün asansörden indiğinde bunu düşürmüşsün sanırım." dedi ve elindeki küçük kartı bana uzattı. Elime alıp baktığımda metro için kullandığım ulaşım kartım olduğunu gördüm. Demek yolda düşürmemiştim, dünkü hengamede cebimden kaymış
"Ben de yemek yiyecektim zaten, düşündüm ve vermenin en iyi yolunun bu olacağına karar verdim. Düne göre daha iyisin değil mi?" dedi neşeli bir sesle şakıyarak. Biraz da çekindiği belli oluyordu, tek eliyle ensesini kaşıyordu.
"İyiyim evet, çok teşekkür ederim. Hem kart için hem de dün için." dedim ben de ona büyükçe gülümseyerek. O da sırıtarak kapıya yaslandığında dün boynundan aldığım kokusu yine burnuma doldu, ferah nane ve çikolata kokusunu tüm gün koklayabilirdim. Oysa hala yaslandığı yerden yüzündeki gülüşle bana bakıyordu. Sessizlik olunca bana verdiği kartı arka cebime yollayıp elimdeki küçük boy olduğunu tahmin ettiğim pizzayı ona uzattım.
"Ah evet, sağ ol." dedi ve kutuyu elimden aldı. Ben de gülümseyip yavaşça geri çekildim ve pek ayrılmak istemesem de arkamı dönüp ilerlemeye başladım.
"Bu arada, ben Hoseok." dedi arkamdan bana seslenerek. Sesini duyduğumda duraksadım. Güzel bir ismi vardı.
"Memnun oldum, Hoseok." dedim arkamı dönüp ona gülümseyerek. O da aynı şekilde tebessüm edip kapıyı kapattığında on sekiz katı inmeye başladım. Hoseok, Hoseok, Hoseok... Sürekli adını düşünüyordum. Nedensizce yüzümde olan sırıtışa aldırmadan inmeye devam ederken son basamağa hangi ara geldiğimi fark etmemiştim bile. Motosiklete atlayıp dükkana geri döndüm, günün kalanında tek tük uzak siparişler harici yorucu bir şey olmamıştı. Akşam kapanmaya yakın saatlerde silinip temizlenmiş masalardan birinde oturup bugün onun bana verdiği kartımla bakışıyordum.
"Hey bulmuşsun! Yüzündeki şu aptal sırıtış da ne böyle?" dedi Seokjin hyung kolunu omzuma atarken. Geldiğini bile fark etmemiştim.
"Evet hyung, ne olacak buldum diye seviniyorum işte" dedim. Beni şöyle bir şüpheyle süzdü ama bozuntuya vermedi. Gündelik şeylerden laflayıp işine geri döndü.
Önümüzdeki bir buçuk hafta boyunca Hoseok iki üç günde bir sürekli pizza siparişleri vermişti. Çok sık sipariş ettiğinden olsa gerek, hep en küçük boy sipariş ediyordu. Bu süreç içinde pek de hızlı bir yakınlık kurduğumuz söylenemezdi. Genelde diyaloglarımız 'merhaba, bugün nasılsın, hava güzel, iyi akşamlar, tünaydın...' ya da bunun gibi şeylerden öteye pek gitmemişti. Hakkında edinebildiğim tek bilgi bir gün terli kaslarıyla kapıyı açtığında -ne kadar çekici olduğunu kelimelerle anlatamam- söylediği üzere, bir dans stüdyosunda dans öğretmeni ve koreograf olarak çalıştığıydı. Onun her siparişini ben götürüyordum ve bu yüzden dükkandaki çocuklar arasında dalga konusu bile olmuştum. 'Hyung, 96 numara. Sen götürmek istersin değil mi? Ne, 96 numaranın siparişi mi? Koy kenara canım Yoongi hyung götürür.' ve benzeri şeyler konuşuluyordu artık. Seokjin hyung bile arada bana imalarda bulunuyordu. Ne yani hiç kimsenin arkadaşı olmadı mı? Yine de siparişleri götürürken heyecanlanıyordum. Çok fazla arkadaşım yoktu ve sanırım bu yüzden yeni biriyle tanışıp etkileşimde bulunmak heyecanlandırıyordu. Bir de gülüşü hoşuma gidiyordu işte.
"Hyung, burada bir menü var!" diye seslendi Hyunwoo bana. Benden başka götürecek kimse yoktu zaten, ben de ilerleyip kutuyu ondan aldım.
"96 Numara." diye ekledi göz kırparak. Gözlerini devirip işaret parmağımın tersiyle kafasının tersine bir tane vurdum. Yine içim heyecanla kıpır kıpır olmuş bir şekilde motosiklete binip artık daha iyi bildiğim yolu kısa sürede gittim. Şansıma açık olan bina kapısını beklemeden geçip merdivenlere yöneldim. Gerçekten bir buçuk haftada bu on sekiz katı inip çıkmaktan kilo verdiğime eminim, deli gibi yoruyordu ama sonrasında yorgunluğum kalmıyordu nedense.