۵𝟐

16 7 41
                                    



Vampirlerin kanı olmayabilir ama biz lanetlenenlerin kanı ölü bedenimizin damarlarında normal bir insanınki gibi akmasına rağmen o an kelimenin tam anlamıyla donmuştu.

Babamın bir vampiri öldürebilecek tek şey olan saf gümüşten dövülmüş bir hançerle kalbinin parçalandığını gördüğümde kanım çekilmişti.

Aradan günler geçmişti ancak ben hâlâ kendime gelememiştim. Babamı kaybetmiştim. Kolay değildi. Kimse kolay olacağını da söylememişti. Kolay da olmayacaktı. Saldırının hemen ardından babamın ölümüyle birlikte sarayın bütün kapıları kapatılmış ve saray boşaltılmıştı.
Derald ve Kral Feran bizi kendi saraylarına davet etmiş ve babamın hatırına ortalık düzelene kadar orada kalmamızda ısrar etmişti. Voltar'ın geri dönme olasılığı yüksekti ve bu tehlikeyle karşı karşıya kalmamızı istemediler.

Annem ve ben yaptıkları her şey için minnettardık. Kral Feran babamın yakın arkadaşı olduğu için annem kendisini kırmamış ve tekliflerini kabul etmişti. Birkaç saat uzaklıktaki şatolarında kalıyorduk.
Krallığın en ünlü koylarından birinin tepesine yapılmış, okyanusun kıyısında kocaman bir şatoydu. İnsanı resmen büyülüyordu. Sabahları denizin kokusuyla ve martıların sesiyle uyanıyordu insan. Babam buraya bayılırdı. Bu güzel şatonun beyaz, eski ama bir o kadar da gösterişli duruşuna bayılırdı.

Yeni bir sabaha uyanmıştım, bizimle birlikte buraya gelen Bayan Dorothea'dan beni yalnız bırakmasını rica ettiğim için sabah beni rahatsız etmemek için gelmemişti.
Uzandığım büyük yatağın üzerinde doğruldum, siyah geceliğimin askılarını düzelterek esnedim. Gözlerim büyük pencelerin dışında uçuşan martıları takip ediyordu.

Kapının tıklatılmasıyla dikkatim dağılmıştı. Ayaklarımın ucundaki yorgan ile üzerimi kapatarak boğazımı temizlemiştim.

"Girebilirsiniz."

Kapı yavaşça aralanmıştı. Sabahın erken saatlerinde kalkıp eskrim antrenmanlarına giden ve çok geç olmadan dönen Derald'ın kafası uzanmıştı içeriye. Saat erkendi. Bu saatte dönmüş olması imkansızdı. Üzerinde sade, günlük bir kıyafet ve elinde de hasır bir sepet vardı. İçeri adım attı ve kapıyı kapattı.

"Günaydın Call."

Ona gülümseyerek karşılık vermiş ve karışan saçlarımı düzelterek ayağa kalkmıştım.

"Daha iyi hissediyor musun?" Kafamı evet anlamında sallamış ve iyi olduğuma dair bir şeyler mırıldanmıştım. Nasıl iyi olabilirdim gerçekten bilmiyordum. Birkaç gün önce büyük bir kayıp yaşamış ve ciddi bir şok geçirmiştim.

Derald iyi olmadığımı biliyordu ve ben de sorularının nezaketinden kaynaklı olduğunu biliyordum. Yeniden gülümsedim ve oturduğum yataktan üstümdeki ince ipek örtüyü yatağın diğer ucuna atarak ayağa kalktım.

"Kabalık etmek istemiyorum ama gelmenin bir sebebi var mı? Biraz yalnız kalmak istemiştim." Dudakları cevap vermek için aralanmıştı ancak daha sonra sustu. Derin bir nefes alıp elindeki sepeti hafifçe havaya kaldırdı ve işaret etti.

"Uzun zamandır yalnız kalıyorsun zaten. Birlikte piknik yaparız diye düşünmüştüm. Alt dünya ormanının yakınlarına çok güzel bir göl var." Elleri yeniden aşağı inmişti. Omuzlarının düştüğünü görebiliyordum. Dikkatimi beyaz gömleğinin özenle katlanmış yakaları çekmişti. Gözlerimi siyah ve hafif bol süveteri üzerinde gezdirip sonrasında sarı saçlarını incelemiştim. Tepeden tırnağa özenle hazırlandığı belliydi ve onu bu nazik davranışından sonra kırmak istemiyordum. İyi olmam için çabalıyordu.

"Bana birkaç dakika verebilirsen hazırlanıp yanına geleceğim. Merdivenlerin orada buluşalım, olur mu?" Gülümseyerek kafamı yana yatırmış ve kollarımı göğsümde birleştirerek odadan çıkmasını beklemiştim.

𝖈𝖚𝖗𝖘𝖊 【꧂Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin