"Acıyla beslenen ruhları, hiçbir merhem iyileştiremez."
Şafak vaktiydi.
Ufkun altında kalan güneş ışıkları, kendisini kabuğunda saklayan bir inci tanesini andırıyordu.
Gökyüzü, karanlık ve aydınlık arasında kalmış gibiydi.
Aydınlığın ve karanlığın birleşerek ortaya çıkardığı, o görünüm.
Gökyüzünde karanlık mı daha baskındı aydınlık mı bilmiyordum ama bildiğim tek şey vardı;
Benim ruhumda aydınlığa dair tek bir izin bile bulunmadığı.
Ölü bir ruhun canının yanmadığını söylerler ama bilmezler ki ölü bir ruhun canı yanmıyorsa eğer, ölü olduğundan değil, canı çok yandığındandır.
Ölü gibi hissedebilmek için, önce yaşamak gerekir.
Yaşamayan bir insan, kendini ölü gibi hissedemez.
Ve ben şu an, tamda şu an, kendimi bir ölü gibi bile hissetmiyordum.
Kendimde el kaldıracak gücü bile bulamıyordum ama durmaksızın, ara vermeksizin koşuyordum.
Topuklarım ,yüreğimin bir söz altında yıkılışı karşısında ezildiği gibi ezilip bana acı vermekten başka bir işe yaramıyordu.
Açık saçlarım, rüzgarın ağaçların üzerindeki yaprakları uçurması gibi uçuşuyordu.
Koştum. Koştum. Koştum.
Deli gibi koştum ve sonunda nefeslenerek durdum.
Beni durduran bir ölüm olmuştu.
Bazı yaraların ne yaparsan yap izi geçmezdi. Hep orada kalır, sana acı vermeye devam ederdi.
Peki gün geçtikçe yaraların acısı azalır mıydı?
Günümüzde tıbba göre öyleydi ama bana sorsanız bunun tam tersini söylerdim.
Aldığınız bir yara, sizi eskisi kadar acıtmıyorsa, yara geçtiği için değil, o yaraya alışıldığı için öyleydi.
Ama benim alışamadığım yaralar vardı.
Aşamadığım yaralar.
Gün geçtikçe acısını geçmiştekinden kat kat daha çok hissettiğim yaralar.
Annemin ölümü.
Küçükken yaşadığım anları, hatırları asla aklıma getiremezdim ki zaten hafızam da çok kötüydü.
Ama annemin, o taburenin üstünde, boynunda bir iple, ayakları havada sallanırken ki hali asla aklımdan çıkmıyor.
Her gözlerimi kapattığımda, sanki benim canımı daha çok acıtması için, canımın daha çok yanması için gözlerimin önüne geliyor.
Benim annem o intihar ipini sadece kendi boynuna geçirmedi, ikimizi de yaktı.
Annesine göstermek için sabırsızlandığı kağıtları, küçük ellerinde tutan o masum kız çocuğunun boynuna da geçirildi o ip.
Şimdi, bir ölü bile olamayan bu kızın boynuna da.
Annemin mezarının önündeydim. Sanki ertesi güne sağ kalmamı istemeyen kabuslardan birini görmüştüm.
Her gece olduğu gibi.
Ve saat kaç olursa olsun, annemin mezarına gelmek istemiştim.
Mezarlığa gitmenin saati olmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN KUŞKUSU
Teen FictionKader, zamanın içine ilmek ilmek kan işledi. Kader, onların hikayesinde kanı temsil etti. Onların ruhları kandı, onların ruhları acıydı, onların ruhları tutsaktı, onların ruhları geceydi. Onların ruhları ölümdü. Onlar ruhsuzdu.