24

3K 315 220
                                    

"Lisa?"

Kulaklarımda yankılanan sesle ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi araladım. Jeongguk'un yüzü yüzümün dibindeyken gözlerimi kıstım.

"Hadi kalk, eve gitmen lazım."

Çok yakınımda konuştuğu için sıcak nefesleri dolgun dudaklarımı yakıyordu. Dilimle ıslattıktan sonra konuştum "Uyudum mu ben?" Muhtemelen uyumuş olmalıydım, üstümde tatlı bir rahatlık hissi vardı çünkü. Onun göğsü ve kokusu en büyük zaafımdı sanırım.

Kafasını salladı gözleri dudaklarımdayken, benim gözlerimin kesiştiği noktada ondan farklı değildi. Küçük pembemsi dudakları gözlerimi kutsarken, dudaklarının altındaki küçük beni de tam oraya dudaklarımı bastırma isteği düşündürtüyordu.

"Uyudun, doğrusu uyuduk. Ama şimdi gitmen gerekiyor."

Nefesimi yavaşça dışarıya üflerken kafamın yanına koyduğu ve destek aldığı kollarını sevdim. Konuşmadan önce istemsizce dudaklarımı büzerek gözlerine baktım, ellerim kollarını severken. "İstemiyorum..."

Hala ilk zaman ki gibi bırakmak istemiyordum, çok ama çok saçma geliyordu.. O burada iblislerle cehennemi tadarken benim rahat ve güvende olup cennete altın suyu içmemi bekliyordu resmen.

Ben bunu anlamıştım, bizim kalplerimiz yapbozun parçaları gibi birbirine kenetlenmişti. Ama diğer parça giderse diğer yapboz parçasının bir önemi kalmazdı ki. Koca resimde eşini kaybederdi. Bende diğer parçamı bırakmak istemiyordum.

Nefesini verdi, burnunu yavaşça boynumda gezdirmeye başladığında bir kedi gibi mayışıp gözlerimi kapattım. Bir elim saçlarının arasına giderken burnunu tek bir noktada tutup kokumu içine çekti. Bu hareketi beni yutkunmaya teşvik etse de onun yerine saçlarını sevip gözlerim kapalıyken anın tadını çıkardım.

Bir süre daha kafası boynumda gömülü, benim ellerim ise saçlarının arasındayken kaldık öylece. Sonra dudaklarını kısa da olsa güzel bir etkiye sahip olacak şekilde boynuma bastırdıktan sonra üstümden kalktı.

O doğrulmuş oturuyorken, yattığım yerden ona baktım. İstemiyordum gitmek, sanki gitmezsem onu koruyabilecek gibi hissediyordum. Belki koruyamazdım ama yalnız olmadığını gösterirdim ona.

"Lisa gitmen lazım artık. Bak ilkinde görmene izin verdim ama bu sefer olmaz." Kaşları çatık konuşurken burnumdan küçük bir nefes vererek doğruldum ve onun gibi oturdum. "Jeongguk anlamıyor musun beni? Seni bilerek burada bırakmak çok zor geliyor.."

Gözlerim dolmaya hazır bir şekilde yanarken ve sızlarken gözlerine baktım. Kafasını iki yana salladı konuşmadan önce "Anlıyorum, ama sen beni anlamıyorsun sanırım. Sana zor geliyorsa bana daha zor geliyor. Görmeni istemiyorum, ben.. ben çok iğrencim biliyorum."

Kaşlarımı çatarak elimi pürüzsüz yanağına koydum "İğrenç olan sen değilsin, onlar. Sen sadece sesini çıkartmaya korkan birisin. Ama bir dene, eğer onlara sesini çıkartırsan en azından susmadığını gösterirsin. Senin gibi bir sürü insan var Jeongguk. Hepsi ya söylemeye korkuyorlar ya da utanıyorlar. Ama deneyin, karşınızdaki kişiye dilsiz olmadığınızı gösterin."

Derin bir nefes bıraktıktan sonra elimi yanağından indirerek ona baktım, o ise sadece ellerine dikmişti gözlerini. Bir şey söylemesini beklemiştim ama o yine dilsiz taklidi yaparak susmayı tercih etmişti. Söyleyecek çok şeyi olduğu halde susuyordu çünkü anlamayacağım sanıyordu.

Bir süre konuşmadan ormandaki böceklerin vızıltısını ve rüzgarda adeta dans eden ağaç dallarındaki yaprakların çıkardığı sesi dinledik. Bana bir şey söylemek istiyor gibi ama söyleyemiyor gibiydi çünkü arada attığı kaçamak bakışları ve araladığı dudakları onu ele veriyordu.

viéHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin