"Öğretmenim buradan nasıl kurtulacağız?"
Titreyen sesini duymamla başım hemen sıranın altından bana başını uzatmaya çalışan İclal'i buldu. Bakışlarımı sınıfta gezdirmeye başladım. Tek tek içimden saymaya başladım. On beş olunca tamamdı.
On beşinin de güvenli bölgede olduğu anlamına gelirdi bu. On üçe geldiğimde durdum. İkisi yoktu!"Zerda! Murat!" diye seslendim. Korkuyordum. Çok korkuyordum. Neredelerdi? Neden en az laf dinleyenler ortadan kaybolurdu ki? Niçin yani? "Çocuklar, oyunun sırası değil! Lütfen çıkar mısınız saklandığınız yerden!?"
Sesim sonlara doğru kesilmişti çünkü artık korkunun ecele bir faydası yoktu. Pencerenin önünde bir siluet belirince çocukların kaçıştıklarına şahit oldum. Hepsini bir köşeye toplamaya başladım. Sakin kalmalıydım. Ben sakin kalmayı başarabilirsem belki onlar da sakinleşirdi ama nafile.
"Ne olur," dedim sesim artık iyice yok olmaya baslarken. "Sessiz olun. Çıt çıkarmayın. Eğer sesinizi duyarlarsa girerler içeriye. Tamam mı?" Hepsi beni başlarıyla onaylarken dışarıdan silah sesleri yükseldi.
Yo, yo. Şimdi değil. Daha değil!
Çocukların elleriyle kulaklarını kapattıklarına da şahit
oldu bu gözler. Zehra elindeki bebeğine sımsıkı sarılırken yanındaki Esma ikizi Ayşe'nin ellerini tutuyordu. Artık tamam! dedim içimden. Şimdi içeriye bir kanı bozuk girecek ve hepimizi tek tek taramalı tüfekle öldürecek. Belki de birkaçı. Belki de hepsi.Bir müddet sonra sesler kesildi. Parmak uçlarımı kullanarak gözümden akmayı bekleyen yaşlarımı yok ettim. Sonrasında gelen bir kapı gıcırdama sesi doldurdu kulaklarımı.
Artık son. Öleceğiz.
"Hadi çocuklar. Ne öğretmiştim size ben? Kelime-i Şehadet getiriyoruz hep birlikte tamam mı?"
Hasan yanıma koştu hemen. Öyle mahzun bakıyordu ki gözleri. Diz çökerek boylarımızı eşitledim.
"Ne oldu Hasan?" diye sordum az evvel aktığı için sildiğim yaşlarım tekrar yanaklarımı ıslatırken.
"Öğretmenim," dedi sessizce. Ardından sakince ekledi. "Ölüm anında getirilir Kelime-i Şehadet. Mehmet Öğretmenim anlatmıştı bir keresinde."
Kaşlarım ister istemez çatıldı. Ve bir kez daha yüzümü ıslaklıktan kurtardım.
"Mehmet Emin Öğretmeniniz mi?" diye sordum umutla. "O gitmemiş
miydi dün?"Hasan başını sağa sola sallamakla yetindi. Gülümsedim.
Gıcırdayan kapının sesini tekrar duymamla çocuklara seslendim bir kez daha. "Şimdi!"
Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü.
Kapı ardına kadar açıldı ve ardında görünenler ise kanı bozuktan çok kanı deli akanlardı. Evet, eğer aklımın bana bir oyunu değil ise tam önümde duran Mehmet Emin'den başkası değildi!
"Ne yapıyorsunuz Öğretmen Hanım? Hemen öldürdünüz kendinizi."
Aval aval baktım yüzüne. Sonra aklımda beliren soru işaretlerine bir cevap bulmak adına sordum.
"Sen gitmiştin dün... Biz vedalaştık seninle, o ağacın altında..."
Sırtımdaki çantamı işaret etti gözleriyle. Yüzünde tarifi olmayan o gülümsemesiyle konuştu.
"Dinleme cihazı. Onun sayesinde tespit ettik yerini."
Dinleme cihazı mı? Bu adam Öğretmen değil miydi yani?
⛰️
Herkese merhaba!
Bir saat sonra ilk bölümde buluşalım mı?
instagram/blumenliebchen
twitter/blumenliebchen
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOZKIR
RomanceBenim adım Aleynanur Yavuzer. Nereliyim bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var şu hayatta. O da ucu bucağı olmayan şu gökyüzünün altında bulunan yine ucu bucağı olmayan bozkır... Yalnız değildim hiçbir zaman. Yalnız kalamazdım da zaten. Bir tek yalnız...