Karnemi alıp eve döndüm. Anahtarla kapıyı açıp, anahtarı çantama, çantamı da hole bıraktıktan sonra salonda "Hesap Ver" duruşuyla bekleyen annemin yaptığına anlam vermeye çalıştım. Olmadı. Anlayamadım. Anne ve babamın beni önemseyen davranışlarına sessizce katlanmak dışında annemin duruşunu hak edecek bir şey yapmamıştım. Onları alttan alttan iğnelediğim laflarım dışında tabi ki. Ama onların laflarımın altındaki zehri kazarak bulup, bana içirmeye çalışacaklarını sanmıyorum. Bu kadar uğraşamazlar. Hayır, kesinlikle bir şey yapmamıştım.
"Ne oluyor?" diye sordum tüm umursamazlığımı gözüne soka soka. O cevap vermeye başlamadan ikili kanepeye oturup bacaklarımı uzattım annemin buna sinir olduğunun bilincinde olarak. Bacaklarıma sinirle baktı ama şu an diğer meseleye o kadar odaklanmıştı ki ses etmedi.
"Karneni görmek istiyorum." Dedi elini öne uzatarak. Gerçekten mi? Bu kadar aksiyon bunun için miydi? Hadi ama anne, daha iyisini yapabilirsin.
Onunla uğraşacak durumda olmadığım için karnemi masanın üzerine bıraktım. Eline bırakmamama ve elinin boş kalmasına sinirlendi ama sadece iç çekti. Sinirle karneyi alıp incelemeye başladı. Kendi kendine konuşur bir edayla:
"Anlamıyorum. Dersleri bu kadar iyi olan bir öğrencinin öğretmeni, neden her gün annesini arayıp ondan kaynaklanan şikayetlerini bildirir ki?" diye sessiz sessiz konuştu.
Omuz silkip:
"Bilmem. Öğretmenin kendisine sormayı denedin mi?" diye küstahça sordum. Gerçekten böyle bir soru sorup sormadığımı anlamak için yüzüme şaşkın bir yüz ifadesiyle baktı. Sordum anne. Gerçekten sordum. Bunu o da fark etti. Burun derinliklerinin ne kadar genişlediğini gözüme sokmak zorunda değilsin anne.
"Evet, sordum ve bana söylediklerini duymak isteyip istemediğinden emin değilim. Derin, söyle bakalım, duymak istiyor musun?" diye bağırdı. En ufak bir mimik yoktu yüzünde. Benim, onun kızı olduğumun en büyük delili buydu. Mimiklerimizi çok iyi kontrol ediyorduk. Gözlerini kısarak baktı bana.
"Ha bir eksik, ha bir fazla, ne fark eder ki? O kadının benim hakkımda ne düşündüğünü çok iyi biliyorum. Öretmenler odasındaki dedikodu arkadaşları da öyle. O kadının düşündükleri bilmediğim şeyler değil anne. O yüzden, beni, bunu söyleyip kalbimi kırmakla tehdit etme. Senin ya da başkalarının hakkımda düşündükleri, söyledikleri umurumda değil. Anladın mı?"
Anlamamıştı. Umursamamıştı, söylediklerimi, anlatmaya çalıştıklarımı. Sorun buydu. Annem, beni laflarımı anlayacak hatta anlamaya çalışacak kadar umursamıyordu. Bu konuda da birbirimize benziyorduk.
"Senin "O Kadın" diye tabir ettiğin öğretmenin, senin tavırlarının sınıfın havasını soğuttuğunu ve eğlenceli bir şekilde ders işlemek varken, sınıfı sıkıcı bir derse mahkum ettiğini çok sert bir dille ifade etti. Ve ben "evet-hayır" dışında başka bir cevap veremedim. Bu söylediklerimle kalbini kırmaya değil, küçük hanım, seni uyarmaya çalışıyorum. Lütfen bunu anla. Ve Esra Hanım'ın arayıp seninle ilgili şikayetlerini iletme seansının aylardır sürdüğünü hatırlatmamda fayda var. Ayrıca başka ne aylardır sürdü, biliyor musun? Benim söyleyecek lafım olmadığı için kekelemeyle ve mahcup bakışlarla geçen seni savunma çabalarım."
Annemin hissettiğini anlamak için baktım yüzüne. Annemin mimiklerini kontrol etme yeteneğine lanet olsun.
"Seni öyle bir duruma düşürdüğüm için özür dilerim."
Annem kadar ben de şaşırmıştım. Afalladı annem, benden böyle bir şey beklemiyordu.
"Ama beni sokmak istediğin kalıba girmeyeceğim anne. Domatesten elma olmasını isteyemezsin. Ama domatesi domates olduğu için sevebilirsin. Ben domatesim. Belki çürük, belki sağlam ama domatesim, elma olamayacak bir domates."
Seni zaten seviyorum. Hep sevdim. O sürtük Esma'nın ağız kokulu laflarına bu yüzden katlanıyorum. Seni sevdiğim ve sana değer verdiğim için. Bunu görmüyor musun?"
Sinirlendim.
"Bunu görmem için ne yaptın da ben görmedim? Yıllardır senden bana karşı bir sevgi kırıntısı hissedebilmek için gözlerinin içine baktım anne. Ama sen benim zavallı çabalarımı görmeyecek kadar viski şişelerine sarılmış haldeydin. Ah, babamı unutmayayım. O da ezber bozmayıp, sana eşilk ediyordu. O zaman neredeydin anne? Ha, doğru, acını yaşıyordun değil mi? Kes bu "Seni seviyorum, sana değer veriyorum" zırvalıklarını. Senin ne bok olduğunu çok iyi biliyorum."
Bağırmıştım ve bunun çok iyi geldiği inkar edilemez bir gerçekti. O kadar sinirlenmiştim ki ayağa kalktığımı yeni fark ediyordum.
"Benimle böyle konuşmaya nasıl cüret edersin? Bu ne saygısızlık? Acımı yaşadığım için özür dilerim. Senin aksine insan değerler taşıdığım için beni affet lütfen." Dedi alayla karışık tiksindirici bir ifadeyle. Daha fazla dayanamadım ve odama doğru yürümeye başladım.
"Senin de, insani değerlerinin de cehenneme kadar yolu var. İki yıl sonra bu evden ve sizden kurtulurken "acını" yaşamak için kendini tutma olur mu?"
Kapımı sert bir şekilde çarpmaya hazırlanırken annemin söyledikleriyle duraksadım.
"Bu evden ve bizden kurtulmak için iki yıl daha beklemek zorunda olmadığını bil. İstersen ki, istiyorsun, gelecek hafta bu nefret ettiğin yerden ve insanlardan kurtulabilirsin."
Arkamı dönüp yavaş yavaş oturma odasına yürüdüm. Annem sonunda ilgimi çekmeyi becermişti.
"Ne demek istiyorsun?" diye sordum, alacağım cevabın soğuk korkusunu ensemde hissederek. Annem ise asıl söylemek istediği meseleyi açmış olmanın gururunu taşıyordu.
"Baban, sana Amerika'da bir hayat tasarladı. Orada yabancılık çekmemen için sana kimlik ayarladı. Eğitimine devam edebilmen için Los Angeles'ta bir liseye kaydını yaptırdı. Ev tuttu. Banka hesabı açtı. Ve daha bir sürü şey."
"Yeni bir kimlik mi?" diye sordum ufak çaplı şokumla.
"Evet, dediğim gibi, yabancılık çekmemen için. Amerika'da sen "Hanna Dickens'sın. Alışsan iyi edersin. Zira bizden ve bu evden kurtulmak için söylediklerin, Amerika'ya gitmek istediğini düşündürüyor. Haksız mıyım?"
Cevap bekliyordu annem. Ne bende vardı istediği, ne de kendinde.
Sessiz ruhsuz bir şekilde odama gittim. Yavaşça kapıyı kapattım. Az önce kurduğum, kapıyı sert bir şekilde çarpma hayalim suya düşmüştü ama bunu umursayamadım.
Yeni bir kimlik. Yeni bir hayat. Yeni bir ülke. Yeni her şey... Bu evden gitmek istiyordum ama gönderilmek istemiyordum. Bu canımı yakmıştı. Benim canım yanmıştı. Babam ve annemin bunları planladığını düşünmek, duymak, anlamak, görmek beni ruhsuzlaştırmıştı. Annem ve babamın bir gün böyle bir şey yapacaklarını içten içe hep hissettim. Dışıma söylemeye cesaretim olmasa da. Ama gene de duymak hem de hazırlıksız ve özgüvenim tavan yapmış bir şekilde duymak içimde bir şeylerin kıpırdanmasına sebep olmuştu. Ne olduğunu merak etmeye cesaretim yoktu.
Ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilemez halde yatağıma oturdum. Yapacak tek bir şeyim vardı. O her derde devaydı benim için. Müzik. Kulaklığımı takıp yatağıma uzandım ve huzursuz bir uykuya daldım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Who You Are?
RomanceHayatını ailesinin sıkıntılı baskısı altından kurmaya çalışan Derin'in zorlu hayat mücadelesini Derin bile şaşkınlıkla izlerken siz kendinize dair çok şey bulacaksınız.Peki Derin kendisine verilen Hanna Dickens ismiyle karşı karşıya kalırken bu anne...