Düttürü California

113 2 0
                                    

Bir zamanlar postanede çalıştım. Janko adında bir piç vardı. Sürekli konuşur, palavra sıkar ve leş gibi kokardı. Dağıtım bölümünde çalıştığım sürede tam dört ay beynimi sikti. Ben bir gözüm saatte, adamın tekinin yazdığı aşk mektubunu gönderdiği kadının götüne sokması için düzenlemeye çalışırken, o sürekli koca harflerle anlatırdı. Bir keresinde ‘’Hey Hank !’’ dedi. ‘’Hey Hank, klas bir kafede oturuyordum. Anlıyor musun? İki hatun girdi içeri. Biri sağıma oturdu biri soluma…’’ Bu hergelenin ilerde hayatımı mahvedeceğini nereden bilebilirdim.

Vi, güzel Vi, ne kadar özledim sıcak kıçını.

Hayatım düz bir çizgi halinde ilerlemeye başlamıştı. Uzun zamandır çalışmıyordum. Vi’de kalıyordum, her gün hipodroma gidiyordum. Aslında çalışmama gerek de yoktu. Her akşam elimde bir poşet dolusu şarapla vakur bir şekilde girerdim evden içeri. Sevgili Vi bana yemek yapardı, çamaşırlarımı yıkar ve ütüler;  her sabah çocuğunu okula gönderen anne özeniyle ‘’Henry çok yorma kendini olur mu ?’’ derdi. Hiç yormadım kendimi. Sabahtan hipodroma gider, programı inceler ve hesap yapmaya başlardım. Arada sırada üst kattaki bara çıkıp kör kütük hatunları bulur, ağızlarına verirdim. Bir keresinde evsiz bir piliçle saatlerce düzüştüm.

O gün külüstür bir türlü çalışmadı. Hipodroma gitmekten vazgeçtim, şehre inmeye karar verdim. Yokuş aşağı yuvarlanırken elimdeki sigarayı adımlarıma denk gelecek şekilde bitirdim, köşeyi döndüm, Charles’ın yerine gitmek istiyordum ve pat!

‘’Önüne baksana herif!’’

Kafamı kaldırmadım. ‘’İyi günler dostum, buralar çok sisli bu aralar.’’

Yoluma devam etmek üzereydim ki birinin kolumdan çekiştirildiğini fark ettim. Önce bir direğe takıldım sandım ama hayır biri beni tutmuş bırakmıyordu.

‘’Hank! İnanmıyorum, sen yaşıyor musun moruk ?’’

                  Janko, tam karşımda gözlerinin altı mosmor, bir futbol takımının her oyuncusunun taşaklarını tek tek ağzına almış gibi bana bakıyordu.

‘’Janko , ne oldu sana adamım. Üstünden sirk geçmiş gibi.’’

‘’Postane işini bıraktım artık Hank, roman yazmaktan da vazgeçtim. Artık büyük oynuyorum Hank, anlıyor musun ?’’ dedi ve 17 yaşında bir bakire gibi bana göz kırptı.

Anlıyorum der gibi başımı salladım. Sırtına samimi birkaç yumruk atıp uzaklaşmak istedim. Eğer beni yakalarsa kafamın en ince ayrıntısına kadar sikeceğinden emindim. Tekrar kolumdan tuttu. Hadi ama, bu ihtiyara saygı biraz.

‘’Nereye gidiyorsun Hank ? Gel bir şeyler içelim. Sana anlatacağım o kadar çok şey var ki. Zenginim ben artık ! Ayrıca eğer çulsuzsan sana da bir iş ayarlayabilirim.’’

Zengin olmasa bile bedava içki beni her zaman cezbetmiştir.

‘’Charles’ın mekana gidiyorum, gel benimle’’ dedim.

Koluma girdiği gibi ‘’Hadi ama Hank, zenginim diyorum sana. Gel seni şehrin gerçek sahiplerinin takıldığı mekanlara götüreyim.’’ dedi. Koluma girdiğinde yavru bir domuz gibi titrediğini fark ettim.

İki blok kadar yürüdük beraber. Birden ışıklar kaliteli şekilde parlamaya, yol kenarında ki orospular kaybolmaya başladı. Gelmiştik. İşte şehrin merkezi, sürgünün son durağı ,züppelik mirası dev binalar. Yol boyunca Janko’yu hiç dinlemedim, o ise hiç susmadı.

                  

Bukowski İstanbul'daHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin