Herkese merhaba ben Dicle.
iyi okumalar :)
*
*
*
Duman, her zamanki gibi varlığını koruyor. Odanın zemininden tavanına kadar her yer simsiyah islerle kaplı. O kadar karanlık ve boğucuydu ki bembeyaz oda; göremesem de çok güçlü hissediyordum dumanın varlığını. Her yerde, her yerimde varlığını koruyordu; vücudumun dışında tenimi okşarken; burnumdan beynimin içine sızarken, ağzımdan ciğerlerime ilişirken derken, oradan da kanıma işlemişti... Her yerimde diyorum ya.Bir de, boynumu görünmez bir elle sıkmış nefes almamı istemiyor. Öksürüklerim boğazımda sıra oluştururken etrafıma her zamanki gibi anlamlandıramadığım bir merakla bakıyordum.
Uzuvlarım isyan ediyordu sanki. Her zamanki gibi.
Görmek duyusu burada işlevini yitirmiş; koklama duyusu ise koklamayı bırakmış, sadece nefes almak için uğraşıyordu. Kulaklar da sadece bağırışların oluşturduğu boğuk sesler ve ateşin ahşaplar da yarattığı o rahatlatıcı çıtırtıları duyuyordu.
isyan eden uzuvlarım etraftaki seslere odaklansa da beynin odaklandığı tek şey vardı. O da, çabucak bu rüyanın bitmesi. Telaşe ettiğimden veyahut korktuğumdan değil sadece artık sürekli aynı rüyayı görmekten sıkılmış ve bunalmıştım.
Çünkü alışmıştım ateşin sıcaklığına, dumanın boğuculuğuna, ne yapmam gerektiğini bilmemeye... Ve bu alışkanlık korkarım ki, var olan hislerimi de sömürüyordu.
Sahi ne hissediyordum ki ben?
Endişeli miydim? - Hayır.
Korkuyor muydum? - Hayır.
Gerçi artık, hayır.
Çünkü bu rüyanın –kabusun- sonu yakın. Alıştığımdan dolayı rüya olduğunun bilincine geç de olsa artık varmıştım, çünkü çoğu zaman gerçek olduğunu düşünür krizler geçirirdim ki hâlâ da öyle ama eskisi kadar sık değil.
En azından ben korkmuyordum. Çünkü alışmıştım.
Ama karşımdaki toz pembe dolabın içinde sarı saçlı, mavi gözlü küçük bir kız var. Tahmin edin o kim. Evet evet o benim. Küçük, masum, süt kokan ben. Henüz krizlerin ne olduğunu, halüsinasyonun ne olduğunu bilmeyen küçük saf ben.
O dehşet verici gün çok ama çok korkmuştum.
İlk önce öksürüklerle uyanmış odama doğru koşan annemle karşılaşmıştım. Bembeyaz geceliği yer yer kararmıştı, keza burnunun olduğu tarafta. Babam, ah işte o biraz sancılı çünkü onu o kadar kısa bir zaman aralığında kapının önünde koşarak aşağıya indiğini görmüştüm ama dediğim gibi o kadar kısa bir andı ki hayal olabilirdi.
Karşımdaki beyaz dolabın içindeki henüz yedi yaşındaki küçük , masum, süt kokulu ben, şimdiki hırçın kız, o çok korkuyor biliyorum. Her zamanki gibi ona yardım etmek istiyor, bu lanet rüyadan çabuk sıyrılmak istiyorum ama yine her zamanki gibi Lofça çivisi* ile yere çakılmış bir şekilde olan biteni izliyorum.
Eskiden yerimde çırpınır onu kurtarmak için her şeyi yapardım. Ama zamanla anladığım bir şey daha varsa o da bu rüyanın sonuna kadar kılımı bile kıpırdatamayacağımdı. Bunu anladığım zaman kalbime çöken ağırlığı hatırlıyor gibiyim. Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN KANATTIĞI İZ
Teen FictionO felaket günün sebebi 17 yıl sonra ortaya çıkacaktı. Ama nasıl? Kanla mı yoksa fermanla mı? Hangisi olabilirdi? Ya da şöyle de olabilirdi; Kanla yazılan bir ferman. Zavallı İz'in sonu ne olacaktı? Aşk mı ölüm mü?