BÖLÜM 3 | ORMAN EVİ

52 5 0
                                    

Daha sonra onun her adımını seyretmiştim. Okula giderken, evdeyken, annesiyle alışverişe giderken... Hatta en çok nereye gidiyor; bunların hepsini biliyordum. Tek çocuktu ve sadece annesi vardı onun için...Hayatı güzeldi ve arkadaşlarıyla mutluydu. Fakat şu zaman diliminden sonra ne yazık ki benimle olmak zorundaydı...

Boşluğa fısıldadım:

"Üzgünüm Ana... Çok üzgünüm..."

******

Daldığım tarafta bir kıpırtı hissettiğimde düşüncelerimden sıyrıldım ve kahvemi yere bırakıp doğrularak yanına adımladım.

"Kendini zorlama Anastasia"

Sesimdeki fısıltıyı engelleyemedim. Çünkü gözlerini görebiliyordum ve bu benim normal konuşma sınırlarımı zorluyordu... Bu kadarı bile fazlaydı....

*Anastasia'nın ağzından*

Kendime tam olarak geldiğim söylenemezdi ama elimi saçıma götürdüğümde saç diplerimin terlediğini anlayacak kadar uyanıktım.  Ağızım son derece kuruydu ve boğazıma iğrenç bir tabaka yerleşmişti. Beynim  kafatasımı zorlayacak derecede zonkluyordu. Her yerim, özellikle eklem bölgelerim sanki birbirinden kopacak gibiydi. Hafif ateş çatırtıları kulağıma doldurmaya başladığında kendimi ait olmadığım bir yerdeymiş gibi hissettim.

Farklı bir yerdeydim, evimde yada dışarıda değil... Kahve kokusunu burnumu sızlatıyordu. Neredeydim ben? Bilincim tamamen yerine geldiğinde artık gözlerimi küçük bir uğraş sonucunda açtım ve görüş alanıma ilk olarak yüzeyine dalgalı ve loş bir ışık vuran ahşap  bir tavan girdi.  Evde olmadığımı kanıtlamıştm çünkü bizim evimizde ahşap tavan filan yoktu. Vücudumu kıpırdatmaya çalıştığım anda çabam geri tepti ve yüzüme acı bir kırışma yollandı. Ağzımdan küçük bir inilti çıktığında sağ tarafımdan birisi ismimi seslendiğini duydum.

"Kendini zorlama Anastasia"

Sesi çok sakindi. Hatta fısıldadı bile diyebilirim. Yanıma doğru birisi adımladı ve dağınık saçlı ,ela gözlü  adam görüş alanımı doldurdu. Kaşları çatıktı. Elanın en yoğun tonu olan gözlerini; simsiyah, gür ve uzun kirpikleri   gölge oluşturmuştu. Dudakları düz bir çizgi halindeydi ve yüz hatları hiçbir şekilde içindeki duyguyu yansıtmıyordu.  Elini uzattığına nazik bir şekilde kaldırılmamı beklerken , adeta bir eşyaymış gibi doğrultuldum. Sıcaktan ateş gibi kavrulan bedenim, buz gibi elleriniden etklinedi ve içimde bir ürperti oluşturmuştu.Eklemlerim ve boynum ağrısı daha fazla şiddetlenmişti çünkü ani bir harekete dayanamazdı zaten... Küçük bir çığlığa engel olamamıştım. Konuşmaya devam etti.

"Şimdi ayılman için kahve yapmak zorundayım. Sakın kıpırdayım, kaçmaya çalışayım deme. Senin için iyi sonuçlar olmaz."

Uyarıcı ve emredici ses tonu aynı desibeldeydi. Ya da kulaklarım fazla işlemiyordu... Gözden uzaklaşarak büyük ihtimalle mutfağa yada başka biryere gitti.

Ne dediğini anlamıyordum. Neden burada olduğumuda.Ve beynimin içi kaşıkla oyulmuş gibiydi. Boştu. Önemli olan ise bu adam kimdi? Ve neden beni böyle bir şekilde tehdit ediyordu? Konuşma içgüdüm yerine gelmemişti bu yüzden şuan aklımı dolduran bu soruları dile getiremiyordum.

Üzerimi örten ekose desenli büyük battaniyeyi ellerimle yan tarafa ittirdim. Eklemlerimin ağrısı birazda olsa azaldığından emin oldum ve ayağa kalkmaya  çalıştım. Her denememde vücuduma bıçak saplıyorlarmış gibi keskin bir acıyla inlediğimde

"Dediklerimi ne çabuk unuttun Ana? Zorlama!"

diyen ela gözlü adamın sesini duydum. Birşeylerle uğraşıyordu. Tezgaha birşeyler koyuyor  daha sonra başka şeylere yoğunlaşıyordu. Mutfağının salona bağlı olması benim için dezavantajdı. Kaçak birşey yapamazdım veya o görmeden  uzaklaşamazdım. Neden bunu düşündüğümü bilmiyorum ama içimde kaçırıldığıma dair bir his vardı. Zihnimin yerine gelmesini sağlayacak gibi ellerimle başımı sıktım.Fakat ağrıdan başka hiçbirşey  hissetiyordum. En son hatırladığım şeyler arasında Jackson ve diğerleriyle birlikte bara gitiğimizi hatırlıyordum. Bir çeşit oyun oynamıştık ve içkiyi fazla kaçırmıştık. Peki daha sonra ne oldu?

Died For LoveHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin