Üniversite bünyesindeki en büyük fakülte binasının arkasında; heykeller ve sütunlarla dolu bahçede oturmuş, çardağın tamamını kaplayan kalabalık grubun tartışmasını dinliyordum. Havanın bir hayli soğuk, ülkenin tamamının da karla kaplı olmasına rağmen, benim de aralarında bulunduğum bu kalabalık grup, soğuğa aldırış etmeden çardaklardan birine adeta 'çöreklenmiş', ülkedeki son dakika haberlerini tartışıyordu. Yarısı sahte valley girl aksanı ve yapmacık 'erkeklerin beğendiği hafif kaşar' tavırlarıyla bu Üniversiteye nasıl girdiklerine bir türlü anlam veremediğim kızlardan, diğer yarısı ise evlerinin zeminlerinden tavanlarına kadar Marvel ve DC posterleri asan, tartışma çizgi romanlardan başka bir yere saptığında iki kelimeyi bir araya bile getiremeyen nerd tayfadan oluşan bu grup, her ne kadar benim hayat şartlarıma ve ideallerime uyuşmasa da arkadaşlarım diyebileceğim insanlardan oluşuyordu. Çardağın en ortasına alınmış ve yanımdakilerin gerek cüsselerinden gerekse de tartışmanın alevlenmesiyle yapılan el kol hareketlerinden dolayı sıkışmış olan ben, klostrofobik olmasam bile her an bir panik atak geçirecekmiş gibi hissediyordum.
Hemen yanımda oturan Jennifer, hararetle tekrar el kol hareketi yapmaya başladı. Bir yandan da gür ancak milisaniyede bir çatallaşan bir sesle '' NE ALAKASI VAR CANIM? SEN ÖNCE KENDİ TAVIRLARINA BAK. BİZE İNEK DİYEN DE TAM TEHÇİZATLI CELEBRITY OLSA BARİ!'' diye sitem ediyordu. Bu pek ani çıkışla daldığım hayal aleminden çıkıp gerçek dünyaya odaklandım. Sitem ettiği kişi, masanın tam karşısında oturan Belly'di. Mangalara ve animelere pek düşkün olan bu kumral saçlı oğlan, Jennifer'a nazaran daha sosyal ve daha mantıklı bir kişilikti. Muhtemelen Belly, Jennifer'ın biraz fazla abarttığı Marvel sevdasına ufak bir eleştiride bulunmuş, bu tam teçhizatlı ve bir hayli fanatik kızdan da 'gereken' cevabı almıştı.
Çardakta oturan diğerlerinin ortalığı yatıştırmasıyla ortalık biraz daha sakinleyince muhteşem sarı saçlarına her zaman imrendiğim Melissa söze girdi ''Siz onu bunu bırakın da Prenses Cassandra'ya bakın. Bugün okula gelirken bindiği arabayı gördünüz mü? Amcası yeni yıl hediyesi olarak G-Wagon almış. Bir de benim amcama bak! Ayda hiç değilse iki kere babamdan para istemeye geliyor hadsiz.'' G-Wagon sözünü duyunca başımı kaldırıp dikkatle baktım. Her zaman sahip olmayı dilediğim araba... Demek yeryüzünde -üstelik de benimle aynı sınıfta- birileri bu arabaya sahipti. ''Elbette sahip olurlar ahmak! Herkesin midesi seninkisi gibi sırtına yapışık değil.'' dedim içimden. ''Gerçi haklı da bir hediye. 600 yılda bir gelen muhteşem bir cevher... Hanedanın 6 asırdır doğan tek kız çocuğu. Üstelik güzel mi güzel. Zeki mi zeki... Benim yeğenim hem öyle muhteşem hem de o kadar vefalı olsa, değil araba almak gider dünyayı satın alırım ona.'' Melissa'nın sözlerini bitirmesinin hemen ardından gruptan birkaç kafa arkaya döndü. Uzun ve ince bacaklarıyla zarif ancak güçlü bir şekilde yürüyen Cassandra Kingson, elindeki kalın kitaplarla bahçeye çıkmıştı. Platine yakın kısa saçları rüzgarla muhteşem bir dans sergiliyor, hafif maskülen yüzüne kondurulmuş parlak yeşil gözleriyle etrafa bakıyordu. Yerdeki kardan bile daha beyaz olduğuna yemin edebileceğim muhteşem teni, bu soğuk iklime muhteşem bir uyum gösteriyor, mini eteğinin altına giydiği ince topuklu uzun siyah çizmeleriyle dengesini bir an bile kaybetmeden adeta havada süzülür gibi yürüyordu. Sonunda bu insanı büyüleyen podyum yürüyüşünün sonuna geldiğinde kendisini bekleyen sevgilisi Carlos'un yanına oturdu. Çocukluk arkadaşım (ve aslında hala en iyi arkadaşım) olan Carlos, turnayı gözünden vurmuş, Cassandra gibi bir afeti kapmayı başarabilmişti. Gerçi Carlos'la arkadaş olduğumuzdan neredeyse kimsenin haberi yoktu. Ne de olsa benim gibi fakir ve basit bir kızla genç ve zeki İspanya prensi Carlos'un arkadaş olmasına pek de imkan yoktu. Cassandra haricinde bizim bu ilişkimizi bilen de yoktu ama Cassandra ve ben nadiren konuşurduk. Birkaç çay partisi davetini aşırı yoğun ödevlerimden dolayı reddetmemden sonra pek konuşmamıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALEVİN İÇİNDE
Teen FictionYoksullukla ve hastalıklarla mücadele eden Alice, dünyanın hem en kapalı hem de en ileri medeniyetinde ileri seviye eğitim görmeye hak kazanır ve ve gözlerini tıp dünyasının en tepesine diker. Ülkenin yakışıklı, zeki ve bir o kadar da gizemli prensi...