Barış her şeyden vazgeçmiş, derbeder, yerinden kalkmaya derman bulamaz halde, en az kendisi kadar yakışıklı olan evindeki beyaz kanepede sabahtan beri kah oturuyor kah yatıyordu. Gerçekten de başka herhangi bir mekanda Barış'ın yakışıklılığı fazla kaçar, ziyan olurken, durum sadece bu evde dengelenir, insanın gözüne batmazdı. Yalnızca bu bile, yani güzelliği ve ona denk güzellikteki evi, onun sonsuza dek değersiz hissetmesini, pes etmesini, modunu düşürmesini engelleyebilirdi. Eğer Barış bildiğimiz dünyaya ait bir insan olsaydı. Ama değildi, o Barış'tı işte. Yine ve tekrar, bir kez daha, her şeyi bırakıp anne karnının güvenli ortamına dönmek isteyen bir bebekti şimdi.
Saatlerdir oturduğu kanepede kıpırdamadan uzanan Barış, Dicle'nin kapıdaki sesini duyunca hemen hareketlenip başını geriye doğru çevirdi. Her an güneşe dönmeye hazır ayçiçekleri gibi... Mahzun, mahcup, suçlu gözlerle baktı. Dicle de ona acıyan gözlerle... İçindeki merhamet denizi dalgalanmaya başlamıştı.
Güzel, ürkütücü veya acıklı pek çok hatıranın yaşandığı bu evde ruhu harabeye dönmüş, tükenmiş bir adam oturuyordu. İçi acıdı. Adam mı demişti, hayır çocuk... İlk gördüğü an kalbinden taşan bir hayranlıkla kendini kaptırdığı o havalı, delişmen, çocuk... Bir an bakıştılar... Ve aslında sonrasında yaşanacak tüm konuşmalar, o an aralarında gerçekleşti.
Vaziyetin ciddiyeti Aydın'ın gözlerindeki endişeden belliydi. Belli ki bu abi-kardeş İstanbul'a ilk geldikleri günlerdeki gibi rehbersiz ve çaresiz hissediyorlardı. Aydın onları yalnız bırakmak için hemen merdivenlere yöneldi. Kardeşinin son şansının bu akşam olduğunu düşünüyordu.
Dicle, zamansız bir şekilde, her şeyin bu duruma gelmesindeki katkısını hesaplamaya koyuldu. Bu muhasebe zamansız olsa da anlamsız değildi çünkü sorumluluk sahibi insanlar başka türlü davranamazlar. Sadece bir katkı değil, belki de her şeyin kendisinin suçu olduğunu düşündü. Daha en başından, dışarıdan biri olarak bu ışıltılı ama sancılı hayatın içinde, tam orta yerinde, böyle aniden yer almanın tehlikeleri, ödenmesi gereken bedelleri olacağını hissetmişti. Ama bunu bir an düşünse bile, o çocuk gözlerden, asi kıvırcık saçlardan uzakta yaşanacak bir hayatın imkansızlığından başka bir sonuca varmamıştı.
Dicle'ye göre, Barış, yanındaki kişi Dicle gibi, dışarıdan birisi olduğu için böyle ekstra korumacı davranıyordu. Sanki şöhretinin tüm yan etkilerinden, getirdiği tüm sıkıntılardan Dicle'yi korumak için üstüne kapanmak, ona atılan taşlara bütün bedeniyle siper olmak istiyordu. Yanındaki kişi, kendisi gibi şöhretli biri olsa, o kadar da önemsemeyecekti belli ki. Ne de olsa aynı yolun yolcusu olacaklardı. Şarkıda dediği gibi bu, "yaşamak değil esaretti sanki". Ve Dicle'nin, kendisi yüzünden, bu dünyayla alakalı hiçbir zorluğa, hiçbir yere kadar katlanmasını istemiyordu Barış, buna dayanamıyordu.
Aslında gerçek, söz konusu sadece ve sadece Dicle olunca, Barış'ın kendini bu denli kaybedeceğiydi. Ünlü olan veya olmayan, herhangi başka bir kadın için bu hale gelmeyeceği apaçıktı... "Ya sen kendini Dicle'yle bir mi tutuyorsun?!" Barış, eğer gerekseydi, dünya üzerindeki tüm kadınlara tek tek bu soruyu sorabilirdi.
O talihsiz ifşa sonrası içinde kaldıkları durumun ağırlığıyla Dicle, sadece Barış'ın kendisini tutmasına, ileri gitmemesine yönelik temelsiz bir ümide sarılarak birkaç gün uzak durmuş, adlı adınca kaçmıştı ondan. Ama işte Barış Barışlığından bir an bile vazgeçmemişti. Dicle'nin ondan uzak durması işleri daha da çetrefil hale getirmekten başka bir işe yaramamıştı.
Peki Barış böyle ters biri olmasaydı mesela, anlayışlı olsaydı karakteri, böyle bir anda parlamasaydı? O zaman, ne olurdu? Bütün magazin programları, sosyal medyada anonim hesaplar Dicle'ye saldırmakta, sette arsız oyuncunun biri açıktan hakaretler etmekteyken Barış sakin kalmayı, hiçbir şey olmamış gibi davranmayı başarabilseydi yani. Feris'in ve kendisinin ondan istedikleri gibi... İşin doğrusu Dicle, Barış'ın, uğruna yıllarca çabaladığı kariyerini, kendisinin onurunu korumak için bir çırpıda silip atabilmesine hayran olmuş, minnettar kalmıştı. Barış tüm bunları yaparken ne kadar hatalıydı ama aynı zamanda ne kadar da soylu bir karaktere sahipti. Bir insan işte böyle birine hayatının geri kalanını adayabilirdi, zaten Dicle'nin aklından başka türlüsü bir an bile geçmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Olur Ya
FanfictionAslında Dicle ve Barış'la ilgili bir hikaye yazmayı planlamıyordum. Yalnız çok sevdiğim bir sahnenin alternatif bir versiyonu zihnimi dürtüp durduğu için bunu yazmaya karar verdim. Bu kısacık sahneyi aslında çok seviyor, tekrar tekrar izliyorum. Yaz...