Natalie'nin babası yavaşça uyanırken eşinin gelmediğini fark etti. Gözlerini odanın karanlığına alıştırmaya çalışırken aniden Natalie üstüne çıktı. Korkunç sırıtısı ve yeşil gözleriyle karanlığı aydınlatıyordu. Üstüne bulaşmış kandan ağır demir kokusu geliyordu. Yüzüne üzgünlük ifadesi takınıp: "Ah tatlım, annecik gitti. Tüm o parayı kim alacak merak ediyorum. " Adamın kafasını sallayıp: " Tek önemsediğin buydu lanet olası, öyle değil mi !? " Adam bir anlık şaşkınlıktan sonra karşı koydu. Natalie'yi boynundan tutup yere fırlattı. Karnına kan öksürünceye kadar vurdu. "Hoşuna gidiyor öyle değil mi ? ", daha çok kan öksürdü. " Sonuçta bunu yapmayı yıllar önce kafana koymuştun. " Gözlerini kısıp " Sen benim kızım değilsin ! " Ağzından kan hücum ederken, gözlerini babasına dikip şeytani gülümsemesini takındı ve " Haklısın değilim. " dedi. Adamın bir anlık boşluğundan faydalanıp üstüne atladı ve yere düşürdü. İki neşteri de eline geçirdi ve: " Ne derler bilirsin ne kadar büyüksen, düşüşünde o kadar acılı olur. " dedi. Yatakta duran yastığı kapıp son gücüyle suratına bastırdı. Yastığı çektiğinde sürati felç olmuş gibi hareket edemiyordu. Adam bağırıyor, ağlıyor, açıdan inliyordu. " Sorun ne baba acı fazla mı geldi ! " Elindeki neşterleri alıp adamın karnına sapladı. Yatağın altından çocukken babasının onu dövdüğü tahta sopayı çıkardı. Sopayı eline alıp defalarca vurdu. Sopa o kadar sert geliyordu ki adam kemiklerinin kırıldığını hissedebiliyordu. Neredeyse nefesi kesilmişti, kan kusuyordu artık. Kendini daha fazla kuvvet uygulayıp vurmaya zorladı. Sonunda organları basınca dayanamayıp dışarı çıktı. Kan ve pıhtısı adamın yüzüne duvarlara ve yatağa sıçradı. Oda kırmızı kalemle boyanmış gibiydi.
İşte Natalie'nin en sevdiği kısım. Kardeşinin odası alt kattaydı, merdivenlerin ses çıkarmamasına dikkat ederek yavaşça aşağıya indi. Ağzından kan akarken yavaşça kapıyı açtı. Erkek kardeşi yatağında yoktu öyleyse nerede saklanıyordu ? " Sevgili kardeşim, tek istediğim biraz oyun oynamak, hepsi bu... " Odanın tam ortasına geldi ve en küçük çıtırtıyı, nefesi, öksürmeyi duyabilmek için öylece dinledi. Hatta bir işaret bulabilmek için havayı bile kokladı. Buldu da kokuşmuş bir şeyin kokusunu, iğrenç bir kokuyu...
Titreyerek yere düştü. Kan kaybı fazlaydı ve üşüyordu. Kardeşi arkasında kanlı bir beyzbol sopası ile durdu. Kardeşinin yüzü kızarmış, ateş püskürüyor gibiydi. Öfkeyle soluyor, Natalie her kalkmaya çalıştığında daha sert vuruyordu. " Annem derdi ki, her zaman en iyi vuruşunu yap ! " Kollarını dinlendirmeden önce son bir kez daha vurdu. Natalie'nin daha çok kanaması vardı ve daha çok üşümeye başladı. Açık yeşil gözlerindeki yaşam ışığı yavaşça sönmeye başladı. Bitmiş bir halde acıyla yukarı doğru baktı. Beyni ona hayatta kalması için yardım etmeye çalışıyor gibiydi; bu oda da geçirdiği zamanları hatırladı: Dört yıl boyunca, lanet bir seymiş gibi her gün dövülmüştü üstelik odasından dışarı adım bile atmıyorken, babası canı istediği zaman gelir ve dövüp giderdi. Bir an sonra az önce ne düşündüğünü unuttu, vücuduna sanki enerji nüfuz ediyordu. Hastalıklı bir kahkaha atmaya başladı. Kardeşi yine vurmak üzereydi ki Natalie sopayı tuttu. " Seni cehenneme yollayacağım kardeşim ! " Kardeşini havaya kaldırıp yatağa doğru fırlattı, çocuğun kafası hızla duvara çarptı. Hemen yanına gitti ve neşterle kollarını duvara sapladı. Çocuk çığlık atıyor, ağlıyordu. Neşterlerden birini kolundan çıkarırken çocuk daha da ağlamaya başladı. Sırıttı ve " Gözler vücudun en zayıf noktası derler. Acaba doğru mu ? " dedi. Soğuk neşteri dudaklarına götürüp yaladı. Gözlerine doğru yaklaşan bıçağa korkuyla baktı. Bıçak gözlerine girerken hayatında daha önce böyle bir acı hissetmediğini fark etti. Yardım istemek için avazı çıktığı kadar bağırdıysa da fazla uzun sürmedi. Natalie ağzına bir kumaş parçası takip: " Bu saatte komşuları uyandırmak istemeyiz değil mi ? " dedi. Göz çukurlarından kan akıyor, ağlamak istiyor ama göz yaşı gelmiyordu. Çalışma masasında duran makası alıp: " Bence bazı fazlalıklarından kurtulmaya ihtiyacın var kardeşim. " dedi. Aynen, sanat dersinde öğrendiği gibi kesmeye başladı, ama bu sefer kestiği kağıt değil, önündeki çocuğun derisiydi. Makası bağırsakarına saplayıp parçalara ayırmaya başladı. " Neyi seviyorum biliyor musun? Süsleme sanatı ! Sanırım bunları makarna ölçülerinde kesebilirim, çok lezzetli olacak ! " Kardeşinin yatağının altında bir alet çantası vardı, biraz kurcalayıp çekici buldu. Dizlerindeki ekkemleri kırdıktan sonra şimdi sıra ellerindeydi. Parmaklarını da çekiçle kırdı. Çocuk, bağırmayı kesti, öksürmeye başladı, kendi kanında boğuluyordu. Natalie, bezi çıkarınca çiçüğün kan ağzındaki kan havuzu yatağa akmaya başladı. " İşte kardeşim belki böyle daha rahat edersin ? " Parmaklarını ağzına sokup boğazına bastırdı ve çocuk öldü.
" Zaman doldu ! "
Natalie adında ki kız odasına yürüdü. Yatağının üstünde oyuncak zürafasını gördü. Bir süre ona baktı ve bir şey demeden banyoya yürüdü. Aynada kendine bakarken bir ses duydu. Pantolonunun cebinden eski tip bir kapaklı saat çıkardı, saate uzunca bir süre baktı. Cebinden neşterini çıkartıp saatin arka mekanizmasını soktu ve akrep geri de kalacak şekilde geri sardı. " Zamana göre yaşamak sadece acı verir. " dedi yavaşça. Neşteri eline alıp sağ gözünü çıkarttı, sol gözünde görüntü kırmızı ve bulanıktı. Lavaboya düşen gözünü yavaşça parçaladı. Göz çukurunu tam saatin yerleşeceği oranda kazıdı.
" Ben...Clockwork'üm... "
Natalie adındaki kız yavaşça yanan evinden uzaklaştı. İçerde yanan oyuncak zürafası ve ailesinin cesetleriydi. Sokağa çıktı kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi.