prologue

301 23 25
                                    

Gazetedeki gözleri iş ilanı ararken bebek mavisi bardağı dudaklarına yaslayıp acı kahveden bir yudum aldı. Kahveyi ağzında çevirirken istediği gibi bir iş ilanını görünce ufak bir mırıltıyla gözlerini pörtletti ve güçlü bir yutkunmayla ağzındaki kahveyi yuttu.

Her nefes alışverişinde vücudunda kahve tadının yankılanışı onu mest etmişti hep. Bulutlu yaz günleri favorisiydi çünkü bitki ve nem kokusunun karışımını seviyordu. Karşı apartmanda oturan aile her zamanki gibi kavga ediyordu. Eğer doğru anladıysa evin erkek fatması küçük kız yine üstünü başını çamur yapmıştı. Kendi çocukluğunu hatırlayıp yamukça gülümsedi.

Gazetede yazan iş yeri adresini son kez tekrar ettikten sonra evden çıkmak üzere gri spor ayakkabısını giydi ve yağmur yağma ihtimaline karşı soluk yeşil rengindeki ince ceketi aldı. Ceplerini son kez kontrol ettikten sonra gecikmemek için hızla ezberlediği adrese doğru ilerlemeye başladı.

Kadoma bugün daha da sakindi sanki. Ne ara yaktığını bile hatırlamadığı sigarasını yol kenarındaki çöp tenekesinin üstünde söndürüp çöpün içine attı. İş binasının karşısına geldiğinde durup binayı süzdü. açıkçası eski bir binaydı, bakımları uzun süredir yapılmamış gibi görünüyordu. Ayak işlerini yapacağı ufak şirket 3. kattaydı. Apartmana girip güvenliğinden şüphe ettiği asansörü es geçerek merdivenlere yöneldi. Üçüncü kata vardığında cep telefonunun ekranındaki yansımasından üstünü düzeltip zili çaldı. Kapıyı yorgun ve bıkkın çehresinin aksine gülen ağzıyla yaşlı bir beyefendi açmıştı.

"Merhaba beyefendi, ben Nakamoto Yuta. Gazetedeki iş ilanını gördüm, başvuru için gelmiştim buraya." dedi ve eğilerek selam verdi. "Sana da merhaba genç dostum. Patron beş-on dakikaya müsait olur, sen de şöyle buyur yorulma ayakta." diyerek içerdeki deri kaplama tahta sandalyeyi işaret etti yaşlı adam. Yuta tekrar eğilip selam vererek teşekkür ettikten sonra içeri geçti ve adamın gösterdiği sandalyeye oturup beklemeye başladı.

“Kaç yaşındasın sen evlat?” Yaşıyla ilgili soru soran adama dönüp güler yüzüyle konuşmaya başladı. “28 yaşındayım efendim.” Yuta cümlesini bitirdiği anda patron olduğunu düşündüğü adam beyaz kapılı odadan çıktı. “Merhaba nasıl yardımcı olabilirim?” sorusunu yöneltti kendinden genç adama. “Ben gazetedeki iş ilanını görüp geldim, matematik mezunuyum.” “Diploman yanındaysa yarın çalışmaya başlayabilirsin, bugün saat geçti artık.” 

Yuta ve iş sahibi biraz daha sohbet edip anlaşmalar yapıldıktan sonra Yuta teşekkür edip binadan çıkmıştı. Nem ve rüzgarın etkisiyle dağılan kahverengi saçlarını düzeltmek için tokasını çözüp tekrar elleriyle bir araya getirdi. Tam bağlayacağı sırada elinde gerdirdiği toka gerginlikle birlikte elinden fırladı ve arkasından bir sesin sessizce çıkardığı "Ah!" nidasına neden oldu.

Arkasına döndüğünde gözünü ve elinde toka tutan bir genç kız görmüştü. "Bu sizin galiba" diyerek tokayı uzattı Yuta'ya. "Çok üzgünüm yanlışlıkla oldu, gerçekten özür dilerim." diyerek endişeyle kızın elinden tokayı aldı. "Sorun değil beyefendi olabilir böyle şeyler." diyerek gülümsedi kız.

Gülümsese bile hala gözünü açamıyordu. "Lenslerim olmasaydı her şey çok daha iyi olurdu" dedi kız. "Tekrar çok üzgünüm." Kız kafasını salladı. "Kör oldum galiba, lenslerimi çıkarıp gözlerimi yıkayacağım bir yer bulmama yardım ederseniz affederim belki." dedi. Yuta bu diyaloğu komik bulmuştu ama yanlış anlaşılmamak için gülmemişti.
"Şurada bir yerlerde kitap kafe var, ben de oraya gidiyordum zaten." diyerek ilerlemeye başladı Yuta. Kızın doğru düzgün yürüyemediğini görünce izin aldı omzundan hafifçe tutarak ilerletmeye başladı.

Evren bu iki kişinin yolunu birbirine düşüreli sadece bir dakika olmuştu belki ama adamın ses tonu, hareketlerindeki nezaket ve adamdan yayılan hoş misk-bergamot kokusu; kızın hoşuna gitmişti. Sesi çok ferahlatıcı ve huzur vericiydi, hayatında hiç bir kötülük yapmadığını kanıtlar nitelikte rahat bir tonu vardı çünkü. Hayat ona pek şans tanımamıştı bu güne kadar. Her türlü insanı tanımış ve artık "herkesten bıktım" derken karşısına böyle birisinin çıkması hoşuna gitmişti. Daha tanımamasına rağmen adamın iyi birisi olduğunu anlayabilecek kadar yaşamış ve okumuştu.

O çok kitap okumuştu aslında. Sigmund Freud'dan Amie Kaufman'a; Steffan Zweig'dan Leslie Alan'a kadar çeşitlerle doluydu kitaplığı. Kitap okurken kaybolup giderdi. Kitap okurken oluşturduğu hayal dünyası onun güvenli ve huzurlu alanıydı. İki ayaklı kitaplar da okumuştu çokça. İnsanlar onun için kitaptan farksızdı: kimi ciltli kimi incecik kapaklı olurdu. Her kitap farklı bir konuyu ele alıp hayal gücüne gerek kalmadan, üç boyutlu gerçeklikle konuyu anlatırdı size. Bazı kitaplar ise tamamlanmamış olurdu, ya yazar öyle bir kitap olduğunu unuturdu ya da konu kilit olur ilerlemezdi. Bu tür yarım kalmış kitapları sizin devam ettirmeniz gerekirdi.

Adamın "İşte geldik." demesiyle düşünmeyi bırakıp dikkat kesildi kız. Kahverengi dükkanın içine girdiklerinde 'kasa' yazılı tezgahın arkasında kalan tuvaleti işaret etti erkek olan. Kız ise "Teşekkürler" diyerek o tarafa yöneldi. Yuta, kızın lavaboyu bulabildiğini gördüğünde orada çalışan arkadaşını bulmak için plakların sergilediği tarafa gitti. "Taeyong!" diye seslendi arkadaşına. "Oooo, Yuta efendi siz gelir miydiniz buralara?" diyerek söylenmişti Taeyong adlı arkadaşı. "İş buldum, eve dönerken uğrarım diye düşünürken bi hanımefendinin gözüne fırladı tokam, kadının da lensleri varmış falan filan işte hemen yakında bi lavabo bulmaya çalışıyordu... Öyle yani" diye özetledi Yuta cevap olarak. "Oğlum bence kadının gözü görüyordu ve senin ilah yüzünü görünce böyle ayaklara yattı." diye dalga geçmişti arkadaşı.

Arkadan bir ses duyuldu; "Ya neden ifşa ettiniz beni beyefendi, planım başarısız olacak sizin yüzünüzden." lavabodan çıkan kişinin bunu söylemesiyle üç kişininde ağzından hafif kıkırtılar çıkmıştı. "Başarısız olacağı ne malum, ben henüz bir yorumda bulunmadım." dedi ve hafifçe dudaklarını ısırarak güldü Yuta kızın yüzüne bakarken. Kızın kendisiyle arasında çok az bir yaş farkı olabileceğini düşünmüştü.

Kısa ve katlı kestane rengi saçları vardı. Yüzü doğal olarak makyajlı gibiydi; yanakları, çenesi ve alnı kontürlenmiş gibi mükemmel bir şekilde gölgeliydi ancak varlığı üstüne yemin edebilirdi ki makyaj değildi. Cildinde yer yer duran nazar boncuğu misali sivilce izleri makyaj olmadığının en büyük kanıtıydı. Tanrı Afrodit'i alıp bu kızı göndermişti sanki. Kahverengi gözlerinden biri kısık ve kanlı duruyordu ayrıca suyla ovaladığı için sürdüğü göz kalemi hafifçe akıp gözlerinin altını karartmıştı. Çok uzun değildi ancak kısa da sayılmazdı boyu. İrice omuzlarıyla kalın parmak eklemleri kalın kemikli olduğunu gösteriyordu. İnce kolları ve hatları olmasına rağmen kıyafetin altından hafifçe belli olan göbeğine bakarak son zamanlarsa strese dayalı kilo alımı yaşadığını anlayabilmişti Yuta. Stresli veya üzgün biri görünce üzülürdü o.

"Ben Yuta, Nakamoto Yuta." diyerek elini uzatmıştı. Kız da aynı şekilde yandan gülümseyerek elini uzattı ve cevap verdi: "Rin, Hirai Tsuki Rin." "Yoksa Hirai Momo akraban mı?" diye atladı Taeyong. "Ablam olur kendisi de... Sen nerden tanıyorsun?" diyerek meraklı bir şekilde kaşlarını çatmıştı Rin bu çıkışa. "Buraya sık sık geliyor, plak ve ikinci el kitap alıp gidiyor. Ara sıra bir şeyler de içiyor yani öyle tanıştık yıllardır geldiği için." diye merak ettiği sorunun cevabını verdi Taeyong. Rin ise hmm sesiyle kaşlarını kaldırdı.

"E biz şöyle oturalım o zaman Rin hanım, sizin için de uygunsa tabii." diyerek üstünde 'Japon edebiyatı' yazan kitaplığın yanındaki masayı işaret etti Yuta. "Tabii oturalım." dedi ve işaret ettiği yere oturdu Rin de.

Nothing's Gonna Hurt You  |  Nakamoto YutaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin