tablolar ve kitaplar

49 8 0
                                    

Rin'in canı git gide sıkılmaya başlamıştı evde oturmaktan. Odasıyla mutfağı birbirine bağlayan balkondan odasına geçti ve plağının üçüncü track'ini açıp kahve koymak için mutfağa yöneldi.
"~Kisses on the forheads of the lovers, wrapped in your arms." Bi yandan şarkıyı söyleniyordu. Güzel ancak kullanmasını bilmediği bir sesi vardı Rin'in. Kahvesini alıp tekrar balkona geçti ve yapmakta olduğu tabloya devam etmek üzre ahşap taburesine oturdu. "Şu ağacı da bitirince çıkacağım artık patlamak üzereyim." diye kendi kendine söylendi ve bir yudum aldı.

Dakikalar dakikaları kovaladı ve yaklaşık 40 dakika sonra yaptığı ağacın kaba taslağı da bitmişti. Kaba taslak dediğime bakmayın, resmi tüm halinde boyayacağı için kabaca hepsini önceden taslaklıyordu. İnce iş yapmayı severdi. Her bir vuruşta ruhundan bir parça bırakıyordu. "Oldu!" diyip oturmaktan uyuşmuş dizlerini ovalayarak ağrı edalarıyla kalkmıştı. Boydan aynasının karşısına geçip kendini süzdü biraz ve dışarısı için uygun olduğuna karar verip kendi kendini onayladı. "Pekala çıkalım bakalım." diye söylenerek plağını kapatıp evden çıktı. Nereye gideceği belliydi; Taeyong'un kitapçısı. İki gün önce tanıştığı adamı hatırladı ve onun da orda olması için dua etmeyi başladı yürürken. Yanından geçen iki liseli kızın gülüşmelerini duyunca buruk bir gülümseme oluşmuştu yüzünde. Lise hayatını pek yaşayamamasından kaynaklıdı bu gülümseme. Hep 'deli, ezik, ucube, dışlanan' olmuştu okul hayatı boyunca. Kızlarla göz göze gelince selam verip önüne döndü. Deli olabilirdi, farklı olabilirdi, melankolik ve depresif olabilirdi ancak bunlar ona pırıl pırıl bir karakter, sanatçı bir ruh ve üst düzey bir algıya sahip olması gibi bir sürü getiri sağlıyordu. Nerde görülmüş herhangi bir sanatçının sağlıklı olduğu. O kendini böyle kabul ediyordu, bence siz de öyle yapmalısınız.

İlerde sola döneceği köşeye doğru sağdaki yoldan giren o tanıdık simayı gördü. Hafiften kalp atışı hızlanmış ve dudağını istemsizce ısırmıştı. "Hey Yuta-kun!" Orta boylu, sütlü kahve renginde ince bir yağmurluk giymiş, kahverengi saçlarını at kuyruğu bağlamış çikolata gözlü oğlan ona baktı ve inci gibi dizili dişleriyle gülümsedi kıza. Rin adımlarını hızlandırıp Yuta'nın yanına vardı. "Sen de mi Tae'ye gidiyorsun?" sorusunu yöneltti kıza. "Aynen ya sıkıldım boğuldum evde dedim bizimkilere uğrayayım." "Bizimkiler dediğin Tae ve ben mi oluyorum?" Diyip sırıtmıştı Yuta dükkana vardıklarında. Kız, yüzü Yuta'ya dönük şekilde kapıyı ittirerek açarken gülmüştü hafifçe. "Evet sizsiniz bayım." Demişti fısıldayarak.

İkisinin birlikte dükkana girdiğini gören Taeyong sırıtıp onları selamlamıştı. "Selam gençler." Taeyong'un un sesiyle arkads çalan Chet Baker plağının sesi birbirine karışmıştı. Kız, o gün mor üstüne beyaz çiçekli bir elbise giymişti. Yuta kızı elinden tutup etrafında döndürmüş ve Taeyong'la birlikte elbisenin yakıştığı konusunda yorumda bulunmuşlardı. Yuta sadece 'güzel' dedikten sonra sustu ve izlemeye başladı kızı.

Yuta komplike bir adamdı, kendi bile kendini anlayamazdı. Bazen tamamen hayatın boş olduğunu düşünen bir nihilist bazense ruhlara inanan ve sevgiye inanan bir spiritüeldi. Sonra ruhlara ve sevgiye inandığı için kendini psikolojisini manipüle ettiğini düşünüp işin bilim tarafı yüzünden kafayı yiyordu. Ama belki de bilim dediğimiz, evrenin bilmediğimiz tarafına beynimiz yetmediği için oluşturduğumuz bir gerçeklikten başka bir şey değildi. Bu yüzden de ruhuna güvenmekten başka çaresi kalmıyordu, mantıken de bu noktaya çıksa da bazen döngünün başına dönüyordu. Derin bir bunalım içindeydi. Bu ütopik barok dönemi tablosundan çıkmış gibi duran hoş kadın onu çıkarabilir gibi hissediyordu.

Boyalı parmak uçlarına kaydı gözü. "Resim yaptığını söylememiştin." dedi Yuta. "Ah, şey evet öyle ufak tefek yapıyorum." diyip utanarak gülmüş ve saçını kuşağının arkasına atmıştı. "Tablolar tablo yapabiliyor muymuş?" "Kitaplar kitap yazabiliyor muymuş?" Diyerek birbirlerine ancak birbirlerinin anlayabileceği iltifatlar etmişlerdi. Yuta bir saniye duraksayıp, "Bir dakika kitap yazdığımı nerden bildin?" şaşırarak sordu. "Dün söylemiştin Yuta-kun. Ne kadar da unutkansın!" Cevabını verip gülmüştü Rin ise. Aslında oğlan söylememişti, Rin araştırmıştı.

Taeyong müşterilerle ilgilenmeye gittiğinde ikisi bir masaya yerleşip geçen günkü muhabbetlerine başlamışlardı. Sohbet gayet iyi ilerlerken Rin'in aniden durup dalmasıyla donmuştu. Yuta başta zaman tanıdı ancak merağı kendini aşmıştı. "Ne oldu Rin?" Bu sefer saygı ifadesi bilerek kullanmamış, kızın iç dünyasına samimiyetle yaklaşmak ve onu daha iyi tanımak istemişti. "Onu unutamıyorum." Cevabı beklediği bir cevap değildi açıkçası, başta ilişki vesaire sansa da kız devam edince anladı. "...babam, o adama ne hissedeceğimi bilemez durumdayım. Boşveremiyorum da, küçükken öyle etkilemiş ki beni; en ufak bişeyi kafama takıp unutamıyorum onu. Çok hasar veriyor bana. Kötü olmadan bile dediği şeyler bende suçluluk hissi ve içime oturmuş bir ağırlık getiriyor, yoruldum artık." Diyip derin bir nefes vermişti. Sanki birisinin sormasını beklermiş gibi tek solukta anlatması şaşırırtmıştı Yuta'yı ancak kız ilk defa birine güveniyordu.

Bunu bilmeyen Yuta şöyle cevap verdi:
"O zaman şöyle yapalım..."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 18, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Nothing's Gonna Hurt You  |  Nakamoto YutaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin