Onu ilk gördüğümde, pek de sanatsal bir an değildi- kişiye göre değişir gerçi.
Eski bir sunağın önüne çökmüş, inanmadığı bir tanrıya dua ediyordu- hüngür hüngür ağlayarak. Gerçekten de kelimenin hakkını vererek, ciğeri sökülürcesine. Tanışmamızdan aylar sonra bile o gün neden ağladığını söylemedi ama, bu başka mesele.Her zamanki oyunumu sürdürüp, iyilik meleği rolü keserek ona yaklaştığımda neye bulaştığımı bilmiyordum, gençtim, toydum, ve en önemlisi- yavşağın önde gideniydim.
Elimi sarsılan omuzlarından birine koyduğumda, sümükleri akmış suratıyla yüzüme baktı, böbrek mafyası filan olmadığıma kanaat getirmiş olacak ki bir an sonra ağlama seansına omzumda devam ediyordu. Nedendir bilmem, onu rahatlatmam gerekmiş gibi hissettim, onu "korumam" lazımmış gibi bir sürü aptalca his. Put gibi durdum orada, on beş dakika mı, yarım saat mi, bir saat mi? Hiçbir fikrim yok. En sonunda yüzünü silip kalktığında teşekkür etti bana, ardından hiçbir şey söylemeden gitti.Ertesi gün oraya tekrar gittim çünkü- dediğim gibi gençtim, meraklıydım, ve yavşağın önünde gideniydim. On sekiz yaşında böyle biriyseniz benim yaptıklarımı yaparsınız işte.
Nedendir bilinmez, her lanet gün oraya gitmeye devam ettim, o da geldi, her gün iki ucube gibi buluşuyorduk orada, iki genç adam, biri zırıl zırıl ağlıyor, diğeri ahmak bir yüz ifadesiyle ona sarılıyor. Oldukça tuhaf görünüyorduk ve doğrusu umurumda değil de diyemezdim, okulda popüler biri sayılırdım ve böyle bir şey hakkımda soru işaretlerine filan sebep olurdu. Yine de devam ettim. Zaman geçti, sürekli bunları yapıp hiç tanışmasak çok daha estetik bir hikaye olacağına eminim ama maalesef tanıştık, kafelere, kütüphanelere gittik, saçma sapan aşk filmlerine bile gittik- söylemekten utanıyorum ama, bu rezil filmlerden birkaçında zırıl zırıl zırlamışlığım var. Buna rağmen benimle takılmaya devam etmesi gururumu okşuyor.Derken bir gün, Meryem Ana figürü paslanmış sunağa gelmeyi kesiverdi. Birden bire. Ahmak gibi dikildim orada, ama bir mesaj atıp da sormadım, içimden gelmedi. Ertesi gün de gelmedi, ondan sonraki gün de. Nihayet evine gittiğimde bahçede oturur buldum onu, sakin görünüyordu. Artık ağlamasına gerek olmadığını söyledi, bana neden haber vermediğini sorduğumda gülümsedi öylece. "Çünkü ben bir geri zekalıyım" dedi, boş boş baktım ona, sonra yanına oturdum. Ne de olsa yalan söylemiyordu. Belki de ona sormamı beklemişti, ama en baştan rutinimizi bozan oysa ilk adımı ben atamazdım. Saçma sapan gelsin gelmesin, insan ilişkilerinde prensiplerim var, tamam mı? Öyle işte. Bu yazdığım satırlar da onunla olan birkaç ayın gün gün özeti gibi bir şey. Neden böyle bir defter var bilmiyorum, belki de ilk defa bir şeyler kayıtlı kalsın istedim. Bu notların devamı da- okumak isterseniz de ikilemdeyseniz falan diye açıklıyorum- bu anıların günden güne hatırladıklarımdan ibaret ( çok beklentiye girmemeniz lehinize olur, zira pek iyi bir yazar değilimdir.)
Yine de güzeldi. Onun ağlamaları, benim ucube gibi dikilişlerim, yediğimiz yemekler, ilk öpüşmemizde yüzüne güneş vurduğundan geri çekilip tam suratımın ortasına hapşurması, beğendiğimiz filmler, beğenmediğimiz filmler, okuyamadığımız kitaplar. Hepsi güzeldi ve bunları yazdığım için mutluyum. Umarım sen de okuduğunda mutlu olursun, bu notların ithafı, mutlu olmayı bilen herkese. İyi eğlenceler.
Bu ficin ithafı üçe ayrılıyor
Yağmurlu bir kalede oturup günlerce yazı yazma hayalini tutkuyla paylaştığım lilikage 'ye
Kadim dostum Buddy Glass'a
Ve isterseniz, size ❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eski Sunağın Önünde - Kuroken
FanfictionOnu ilk gördüğümde, pek de sanatsal bir an değildi- kişiye göre değişir gerçi. Eski bir sunağın önüne çökmüş, inanmadığı bir tanrıya dua ediyordu- hüngür hüngür ağlayarak. Gerçekten de kelimenin hakkını vererek, ciğeri sökülürcesine. Derdi olan her...