Anıların birincisi, ilk öpüştüğümüz günden. Girişte iki kere belirttiğim üzere naçizane karakter özelliklerimin arasında "yavşak piçin önde gideni olmak" hususu bulunduğundan, onunla beraber zaman geçirdiğimiz onca günü kayıt altında tutmak istediğimi ancak böyle "mühim" bir hadise patlak verdiğinde keşfetmiştim. O yüzden sevgili okur, ilk bölümden yargılama beni. Her şeyden önce, biriyle bu kadar yakınlaşmasını mucize addeden bir ergen olduğumu unutma. Aşık olduğunu yeni yeni keşfeden biri olduğumu unutma, eğer unutacak olursan bir anlamı kalmaz çünkü, kendini benim yerime koymak zorundasın, eğer okuyacaksan. Selametle.
*******
"Oltadan kurtulan balıkların ağzındaki yara ne oluyor sence?" diye sordu birden, alışveriş poşetlerimizi kirli kaldırıma bırakıp öylece oturuyorken.
Omuzlarımı silktim. "Deniz tuzlu su, iyileşir herhalde."
"Yarana tuz bassalar acımaz mı canın?"
Kaşlarımı kaldırdım. "Bugün yine melankolik ruh halindesin herhalde. Balıklar nereden çıktı?"
"Hiç, öylesine."
Birkaç dakika daha sessizce durduk, önümüzden gelip geçen onlarca kişi vardı. Onlarca, yüzlerce insan, hepsinin farklı bir hayatı, farklı düşünceleri var, oldum olası bana garip gelmiştir bu. Belki aklıma gelen şeyleri yanımda biri olunca direkt paylaşma huyumdan, belki de onu dudakları kanlı balıklarla dolu zihninden kurtarma niyetimden "Her insan ayrı bir dünyadır, diye bir söz okumuştum bir yerde." deyiverdim.
Bir şey demedi.
"Yani, düşünsene. Az önce önümüzden geçen şu yaşlı kadın, sana onun ne düşündüğünü sorsam" akşam yapacağı yemeği" dersin büyük ihtimalle. Ama kim bilebilir ki? Sırf öyle görünüyor diye böyle olduğunu söyleyemeyiz."
Ben yandan yandan asık suratını süzerken "Haklısın," dedi. "Belki de gece hangi jartiyeri giyeceğini düşünüyordu."
Kaşlarımı çatıp benimle dalga geçmesine kızacakken böyle yaparsam ona yenileceğimi fark ettim, boğazımı temizleyip önüme baktım bu yüzden. "Evet, belki de."
Güldü.
Felsefe yapma hevesime çomak sokmasına izin vermeyecektim, dolayısıyla sözüme devam ettim.
"Tüm insanlar, yani bildiğimiz kadarıyla tüm insanlar Dünya'da yaşıyor, Dünya'ysa çevresinde dönüp dolaşan bir sürü gezegenle bir galaksiye ait. Biz de sanki, aynı şeyin minyatür versiyonlarıymışız gibi geliyor bana. Galaksinin içindeki bir gezegenin içinde kendi etrafında, başkalarının etrafında dönüp duran minyatür gezegenler. Milyonlarca hücren ve düşüncenle canlı bir galaksisin sen, keza ben de öyleyim, sana da ilgi çekici gelmiyor mu bu?"Omuzlarını silkerken mırıldandı,"Benimle video oyunu oynayabileceğin bir ekosisteme sahipsen geliyor."
Boş bir suratla ona baktım. Bu herif umutsuz vakaydı. Bir köşeye çekilip adım adım hayatının her anını izleseniz "büyük" şeyler düşünen, fena halde edebi, hani şu sessiz ama hayatın anlamını genç yaşta çözmüş tiplerden sanabilirdiniz onu, ama alakası yoktu aslında. Sadece kendini ilgilendiren şeyleri düşünürdü, bu o sıkıcı realistlerden biri olduğu anlamına gelmiyordu ama. Manaları soyut değil somut şeylerde arıyordu sadece, ilgisini çeken yansımalar ya da kopyalar değil var olanın ta kendisiydi. Eh, belki böylesi daha hayırlıydı ama onun gerçekliği benim açgözlü bünyeme yetmiyordu. Yine de anlaşabiliyorduk, bu da bu zıtlığın tek artısıydı işte.
"Filozoflar senden nefret ederdi," dedim. "Soyut düşünceni geliştir biraz. İnsan hislerinden anlaman gerekiyor."
"Pek umurumda değil doğrusu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eski Sunağın Önünde - Kuroken
FanfictionOnu ilk gördüğümde, pek de sanatsal bir an değildi- kişiye göre değişir gerçi. Eski bir sunağın önüne çökmüş, inanmadığı bir tanrıya dua ediyordu- hüngür hüngür ağlayarak. Gerçekten de kelimenin hakkını vererek, ciğeri sökülürcesine. Derdi olan her...