Daniel Colin, Pigalle
***
Bulutlar arşınlar yüksekteki tahtlarında kurumlu kurumlu yağmurunu örerken aksi aksi söylenerek aralanan kapıdan dışarıya bir düşlük akordeon melodisi yayılıyor.
Delirmeye çeyrek var.
Bir temiz delirmeye hevesli gözler fıldır fıldır çerçevede, camın zor tuttuğu fotoğrafta. Sağ alt köşesindeki tarih takvimlerde bir geçmişi gösteriyor. Ne kadar geçtiğini bilemez bir çocuk eşikte dikilmiş, yaşı kadar boyu ile fotoğrafın geçmişinden de büyük bir merakını kılavuz edinmiş aklına, karaları korksa da bebekleri cesur gözlerinin.
Fotoğrafta dudaklar kikir kikir. Dişler heyecanla birbirine çarpıyor. Delirmeye ne kaldı şurada. Akordiyon büzülüyor, genişliyor, geriliyor, yayılıyor. Melodisi küçüğü mest ediyor. Hangi kucağı bırakıp ne ellere geldiğinin farkında değil o henüz. Fotoğraftakiler biliyor. Kapı güm diye çarpınca gümbür gümbür bir şeyler devriliyor sanki göklerde, şimşekler karanlık göklerde ışıktan kırbaçlar gibi şakkkkk-lıyor! Gökte bir yarık mı oldu? Yağmur bir yarıktan boşanırcasına yağıyor.
Çocuğun kahkahası açılıp kapanan, çarpan pencerelere karışıyor. Fotoğraftaki gözler şaşkın! Korku neydi? Kahkaha hangi bağlamda? Ne fark eder! Delirmeye ne kaldı şunun şurasında.
Sandalyedeki kucaktan doğruluyor akordeon. Küçüğün etrafında melodiler fıldır fıldır dönüyor.
La la la li la lara lila li la!
Eldivenler alkış tutuyor. Ayakkabılar ritim. Bir dans istiyorlar, delirmeye var henüz. Çocuk akordiyonla dönüyor, elleri kıvrılıyor havada, elleri yaslanıyor beline, ayakları havada ayaklar yerde! Aman ha yerde!
Hey! Hey!
Çocuk bir an kulak kesiliyor. Biri mi var orda? Fotoğraftakiler de kulak kesiliyor.. Evet biri var, bir gölge. Fark edilince kara bir yılan gibi akarak çocuğun ayakucuna konuyor. O ne yapsa o da yapıyor. Eller havada, elleri havada; eller beline yaslı, elleri beline yaslı ve ayaklar, aman ha ayaklar! Karanlıktan da karanlık bir şey bu gölge ve ışık olmadan yaşayamaz. Yalnızlıktan daha kalabalık. Fotoğraftakiler şaşkın.. Bir iş ki bu iş çocuğu keyiflendiriyor. Gölge, o ne isterse yapıyor. O nereye gitse gidiyor.
Eldivenlere ellerini uzatıyor, eldivenlere de birer gölge. Ayakkabılara ayaklarını tokuşturuyor, ayakkabılara da bir gölge. Fotoğraftakiler emin! Geçmiş gitmişe kim gölge düşürebilir! Çünkü geçmişe kim ışık tutabilir!Çocuk fotoğraftakilere parmağını doğrultuyor. Yüzlerini okşuyor. Nafile! Fotoğraftakiler bir alay gülüyor. Çocuk geçmişi bilmiyor çünkü geriye sayamıyor.
Akordiyon ağır ve acıklı çalıyor, eldivenlerde alkışlar susuyor. Yağmur halden anlayan bir sessizlikle ama yine yağıyor. Çocuk bu işe anlam veremiyor. Gölgesi olan her şeye bakıyor. Gölgeye yerleri var. Belki de fotoğraftakilerin gölgeye yerleri yok. Zaman bir geçtiğinin üzerinden bir daha geçmez. Gölge yaşıyorsa geçmişte değil şimdide, önüne düşse de geleceğe değil, yine şimdide.
Çocuk fotoğrafta gölgeye yer açmak istiyor. Geçmişe zaman ilave etmek ne mümkün geçen geçtikten sonra. Fakat bu küçük, kapıdan başka geçmemiş ki geçip giden ne bilemiyor. Geçip gideni bilemediğinde henüz gelmemiş olanı ve ortasındaki şimdiyi de bilemiyor. Bildiği bir şey varsa o da gölge var ve gölge yalnızlıktan daha kalabalık, gölge o ne yapsa dinler, gölge ışığı sever.
Ya bu fotoğraftakiler?
Fotoğraftakiler ışığı mı sevmiyor, yalnızlığı mı seviyor?Işığı fotoğrafa doğrultuyor. Siyah beyaz bir geçmiş. Siyahlar koyu ama gölge değil, fotoğraftakiler gülüyor ama mutlu değil. İnsanlar küçük ama çocuk değil.