Üçüncü Çeyrek

57 8 19
                                    

Cafe Accordion Orchestra, Jim's Tango

***

Sirkten günler sonra elma yemekten, uyumaktan ve kasabanın uzak seyircisi olmaktan sıkıldığında indi ağaç evinden. Bayır aşağı koşan Gölgenin peşinden telaşsız esen bir rüzgârla tepeyi inerken dizlerine uzanan gelincikleri selâmladı. Biraz yorulup uzanacak olsa üzerine uçuşan kelebekleri, sinekleri teninden kovaladı. Sonra sabırsız Gölge ile yeniden yola koyuldu. Küçük bir dereyi aştı. Kasabanın kuzeyinden akan nehirden ayrılan bu küçük kılcaldan kurbağalar, yılanlar, kaplumbağalar, tavşanlar sulanıyor. Üzerindeki taşlardan sekerek karşıya geçiyor.

Gün henüz yükseliyor..

Dönüp ardına baktığında ağaçların arasından kendi elma ağacını görüyor, evi dallar arasında kaybolmuş, tepelik desen hiç var olmamış gibi gizlere karışmış. Buna her zaman hayret ediyor, yaşadığı her şeyi düşe dönüştüren bu giz, nereden geldiğini sorgulamasına neden oluyor. Fakat tepeye ne kadar bakarsa baksın onu bulamadığı gibi anılarında da öyle bir yer bulamıyor. Şu ağaç evden başka evi hiç olmamış, Akordiyonun sahibinden ve sakinlerden başka kimsesi hiç olmamış gibi. Oysa hiçbiri ona benzemiyor, zaten sirkte kimse kimseye benzemiyor. Onlar gibi değiller, kasabada aynı eve giren insanlar birbirine bir açıdan benzerken sirkte kimse kimseye benzemiyor.

Kasabaya yaklaştıkça rast geldiği insanların yüzlerinde bir arayışla dolaştığında göğsünde bilmediği bir ağırlık duyuyor. Bilmese de bu sızıyı tanıyor; küçüğün elinden tutmuş bir kadın gördüğünde, kovalamaca oynayan çocuklar ona çarptığında, evine ekmek alan bir adam yükünü yeniden omuzladığında, gidilecek evlerinin kapısına baktığında.. Kapılarda onları içeri davet eden bir tokmak ve yalnız tanıyanlarını buyur eden anahtarları var. Ağaç evinin ne kapısı ne de anahtarı var. Sirkin en azından biletleri var diye düşünüyor ama anahtar kadar hususî hissettirmiyor, yine eve benzemiyor.

Bir şekerlemeci arabasının önünde duruyor. Gölge bu renkleri çok sevdiğinden hepsinden birer tane alıyor. Beyaz ellerin verdiği gümüşlerden veriyor satıcıya, adamın yüzü şükranla parlıyor ve yine bekleriz hoşnutluğuyla ardından defalarca sesleniyor. Gölgeye veriyor şekerleri, Gölge tek seferde bütün renklerini yalayıp yutuyor ve karanlığı daha da koyulaşıyor.

Taş sokaklardan geçerken balkonlara kurulmuş sardunyaların üzerine düşürdüğü gölgelerden bir dal koparıp veriyor ona Gölge. Bunu memnuniyetle kabul ediyor. Onu güldüren bu kara çiçekler Gölgeyi daha şen bir koşu ile meydana çekiyor adımlarını. Dar, taş sokakları ardından koşuyor. Sanki Gölgenin kahkahalarını duyacak oluyor fakat balkonda iki kahve ile muhabbete durmuş iki adam görüyor. Bakışları buluşunca adamlar ona el sallıyor. Daha evvel gösterisine gelip gelmedikleri merak ediyor. Gülüşlerinde bir aşinalık var.

Gölgeye yetişmesi gerek. Ezbere bildiği manzaraları hızlıca geçiyor. Peşlerinden bir de rüzgâr koşuyor. Pelerini uçuşuyor, başında şapkasını güçlükle tutuyor. Elinde sıkıca tuttuğu asası. Bir bisikletliye çarpmaktan son anda sıyrılıyor. Bu heyecanla göğsünde bir kahkaha patlıyor. Gölge onu köşede bekliyor. Ona yetişme mesafesinden daha uzağına gitmiyor hiçbir zaman.

Yolları bir meydana çıkınca, kasabalılar buraya Marigold diyor, duraksıyor adımları. Kadife çiçeklerinin kokusu sarmış her yanı. Çember kovalayan çocuklar koşuşuyor meydanda. Fotoğraf çeken bir adam perdenin önünde duran üç genç kızı kamerasında yeniden resmediyor. Bu renkli gülüşler siyah beyaz solacak o kutunun içinde fakat renkler anılarda ne de olsa. Tasasız gülümsüyorlar. O da onlarla gülümsüyor. Adımları bir dans için kımıl kımıl oluyor bu şen havada. Kuruyemiş ve meyve tezgâhlarının önünde ona alkış çalan teyzeler için ayaklarını yere vurarak dönüyor, sıçrıyor. Ağlayan bir çocuğa elini uzatıyor dansına eşlik için. Şaşkınlıktan çocuğun gözyaşları kesiliyor. Ellerinde alkışlarla onu izleyenleri dansa davet ediyor. Ayakları tıkıdım tukudum vuruyor yere.

Midnight CircusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin