Yitik.

109 6 4
                                    

"Hepimiz bir günde ekspres teslimatla cehenneme gideceğiz" derken baygın gözlerini gözlerime dikmişti. Hayattan tüm beklentilerini, umutlarını yitirmiş; hayatla, kendiyle, her şeyle dalga geçerek yaşayan biri haline gelmeye çalışmıştı. Bir zamanlar yaşama sevincinin yansımalarını parlayan gözlerinde gördüğüm, gülümseyerek dakikalarca saçlarımı okşayan bu adam, şimdi karşımda oturmuş, yapmacık bir hevesle bana cehennemi anlatıyordu. Hatta bu fikrin saçma olduğuna kendimi inandırmak istemesem, bundan zevk aldığını bile rahatlıkla düşünebilirdim.
Ona cennetten bahsetmenin anlamsız olacağını düşünerek susmaya ve anlattıklarını dinlemeye devam ettim.
"Hep beraber cehenneme gideceğiz." Sırıtıyordu.
Sanki duymak istediğim şey buymuş gibi.
Boş gözlerle söylediklerini dinlerken ona acımaya başlıyordum.
"Hey, sen de istemez miydin söylesene? Yeterince acı çekmiyor muyuz zaten, söyle! Tanrı'nın yanında güvende olacağız öyle mi? İşte bunların hepsi deli saçması, bebeğim! Hahahahaha, ateşlerr..."
Kahkaha atıyordu.
Zoraki kahkahalar atıyordu.
Acizlikle dolan gözlerini kahkahalarıyla kapatmaya çalışıyordu.
Söylediklerinin içinden gelen cümleler olmadığının farkındaydım. Onu gayet iyi tanıyordum ve bu yaptıkları.. Tiksindiriciydi.
"Hepimiz birer günahkarız, bunu sen de biliyorsun, herkes biliyor! Neden hala inkar ediyorsunuz, söylesene hadi?"
Dinlediğimi varsayarak -ya da umursamayarak- hala anlatıyordu cehennem hikayelerini ve ben artık dakikalardır ellerini tuttuğumun bile farkında değildim.
Kendini iyice salmıştı ve başka biri haline gelmişti. Artık davranışlarıyla ona sevgi duymamı engellemeye başlıyordu ve ben ona karşı hissettiğim hiçbir şeyden emin olamıyordum.


"Tatlım buna alışsan iyi edersin ama ne biliyor musun? Aşk diye bir şey de yok, hepsi kandırmaca! Hahahahaha, seni küçük şapşal..."


Hayal kırıklığı kötüdür, evet.
Özellikle de her şeyinizi verdiğiniz o kişi karşınızda kalbinizi her yeni kelimesiyle tekrar tekrar kırarak gözlerinize bakıp yakıcı kahkahalar atıyorken. Fakat siz boş gözlerle bakmaya devam etmek zorundasınızdır.


Beni kandırırdı ve ben de kendime bunun aşk olduğunu söyleyip dururdum.

Fakat şimdi değişmişti.
Kendi fikirleri yerine başkalarının fikirlerini savunan biri olmuştu.
Aciz biri.
Bir korkak.
Ve ben buna dayanamıyordum.

Ellerini bırakarak ayağa kalktım.
"Sen, sen korkağın tekisin anlıyor musun? Korkaksın! Korktuğun şeyden büyük olmaya, hatta korktuğun şey olmaya çalışarak onu alt edebileceğini mi sanıyorsun? Hayır hayır, böyle güçlü olamazsın, güçlü gibi görünmeye çalışıyorsun fakat sen aciz bir taklitçiden başka bir şey değilsin ve sanırım artık yüzünü bile görmek istemiyorum!"

Gülümsüyordu.
Sorun şu ki gülümsemesine aşıktım.
Sorun şu ki ona hala aşıktım.

Bana yaklaşarak omuzlarımdan tuttu ve beni kendine çekti. Karşı koymadım.
Koyamadım da.
Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra aramızdaki mesafeyi kapattı ve uzunca sarıldı bana. Elveda eder gibiydi fakat soğukkanlı olmam gerekirdi. Canın cehenneme, istediğin de bu zaten değil mi?

Buna daha fazla dayanamazdım. Onu kendimden uzaklaştırdım ve artık gitmesini söyledim.
Yüzünün her an yeni bir kahkaha atabilecekmiş gibi duruşu iyice sinirlerimi bozmaya başlamıştı ve gerçekten gitmesini istiyordum.

İsteğimi bakışlarımdan anlamış olacak ki, ellerimi yavaşça bıraktı.
Hala gülümsüyordu. Şey der gibi.
"Beni özleyeceğini ikimiz de biliyoruz, şapşal.."
Haksız da sayılmazdı.

Sonra arkasını dönerek uzaklaştı ve kapıya doğru ilerledi. Mutsuz görünmüyordu.
Seni aptal.
Kapıyı açtı ve tam dışarı çıkacakken kafasını bana doğru çevirdi.
"Cehennemde görüşürüz, bebek!"
Cevap vermeme fırsat bırakmadan kapıyı arkasından kapattı ve her taraf sessizliğe gömüldü.

Ve ben, pencereye yaklaşarak onu izledim.
Aşık olduğum adamı izledim.
Batan güneşe doğru gidişini izledim.

***

Yitik.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin