Kim Jennie'nin ölümünden aylar sonra bir felaket daha gerçekleşti.
Ünlü piyanist Park Rosé Chaeyoung evinin küvetinde ölü bulunmuştu.
Herkes onun mükemmel bir hayatı olduğunu düşünüyordu. Bir zamana kadar öyleydide,
Ancak şarkı bestecisi ile olan ilişkişi hayal kırıklığı getirmişti ona.
Basit bir tanışmaydı onların ki;
Rosé başarı hikayesinin daha başında iken tanışmıştı onunla, arkadaşlıkları zamanla aşka dönüşmüştü. Klişeydi yine anlayacağınız. Genç adam ona gitar çalmayı öğretirdi, Rosé ise ona piyano.
Iki buçuk yıllık ilişkileri tüm sosyal medyayı kıskandırıyordu. Adam yakışıklı kız ise güzeldi. İnsanlar ideal çift diyordu onlara.
Mutlu bir yaşamın ortasında Rosé ve sevgilisi yeni taşındığı evin müzik odasını pembeye boyarken hem eğleniyor hemde mutlu oluyordu.
Ama haberi yoktu ki genç adam sadece onunla değil birkaç kişi ile gönül eğlendiriyordu. Adam ise bunu umursamıyordu. Rosé öğrenmediği sürece sadece ben istediğim sürece ayrılız diyordu. Ancak işler yolunda gitmemişti.
Genç kızın dünyası sevgilisinin telefonuna gelen bildirim ile başına yıkılmıştı. Başka isimde bir kızın onu özlediğini yatağını isitmasi gerektiğini belirten bir mesajdı bu. Kızın suratı bembeyaz olmuştu. Genç adam elinde fırça ile odaya girince sevgilisine ne olduğunu anlamamıştı. Daha sonra Rosé'nin elinde tuttuğu telefonunu görünce idrak etmişti. Genç adam kendi yüzsüzlüğünde boğulmayı seçmiş ve kızı 'telefonumu nasıl kurcalarsın!' başlığı altında aşağılamaya başlamıştı.
Ne demişti Jisoo unniesi
'Herkes kendi bokunda boğulur'
Ama fark edememişti. Bu bokun onuda boğacağını. Rosé bağırışları duymuyordu. Kulakları sağır olmuş bacakları titremeye başlamıştı. Ani gelen bir refleks ile telefonunu ona bağıran aşağılık herifin kafasına fırlattı.
Yerinde duramayıp kenarda yan yatmış kendi emekleri ile boyadığı tabloyu adama geçirmiş ve bağırmaya başlamıştı. Bir süre hakaretler havada uçuşmuştu. Daha sonra Rosé alabileceği en iyi kararı alıp adamı yaka paça evden atmış ve müzik odasının bir köşesine sinmişti. Ne yapacaktı şimdi?
İlk hafta zor geçmişti. O piçin ona özel yaptığı gitarı yerde parçalamıştı ilk olarak Rosé. İkinci hafta yatağından çıkmaz olmuş ve günlerce ağlamıştı.
Bu süre zarfında bütün resitallerini batırmış ve ona destek çıkan sponsorlarını kaybetmişti. Şirketi kendini düzeltene kadar geri gelmemesini söylemiş ve onu kapı dışarı etmişti. Genç kız depresif birkaç haftalık yaşamının izlerini taşıyan evinde odaları boş boş dolaştı. Göz altları kararmış dudakları morarmıştı. Severek boyattığı pembe saçları bile umurunda değildi.
Üçüncü haftanın ilk günü kapıcının kapısına bıraktığı günlük gazeteyi okumasıyla başlamıştı. Gazete Ünlü Piyanist'in zirveden nasıl düştüğü ile ilgili haberler ile doluydu. Rosé artık bunlara sinirlenemiyordu çünkü kabullenmişti. En dipteydi ve ayak bileğine bağlı bir demir top bulunyordu. O zirveyi tırmanmak artık imkansız geliyordu Genç kıza. Üçüncü sayfada gördüğü haber ile iyice çıldırdı Genç kız. O orospu çocuğunun ayrıldıkları ile ilgili açıklaması ve yeni sevgilisi ile fotoğraflar boy boy basılmıştı gazeteye. Rosé sinirden gözü seğrirken çekmecede bir çakmak alıp gazeteyi ateşe verdi. Gazete küle dönüşürken onu banyodaki küvetin içine attı.
Birkaç gün geçmişti çoktan. Ama Rosé için yüzyıllar gibiydi. Derpesyonu onu çökertmişti. Haftalar sonra ilk defa girdiği müzik odasına iğrenerek baktı. Yanı başında artık dokunmaktan iğrendiği piyanosu vardı. Duvarın dibinde duran çekici bir hışım ile piyanoya geçirdi. Farklı farklı sesler bir anda çıkınca kulak tırmalıyordu. Ancak umrunda değildi.
Tuşlar teker teker parçalanırken Rosé hiç durmadan çekiç darbesi indirmeye devam ediyordu piyanoya. Çekici bir kenara fırlatıp yarısı pembeye boyanmış duvara iğrenmişlik ile baktı. Başka duvarlar için aldığı siyah boya duruyordu. Kapağını sinirle ve ağlayarak açmıştı Rosé boyanın. Tüm boyayı duvara ve etrafa savurmuştu. Öfkesini, hüznünü ve aşkın gözünü kör etmesinin sinirini yansıtmıştı. Suratı, kıyafetleri, kolları , bacakları siyah boya olmuştu Genç kızın. Derin derin nefesler alıp veriyordu. Paytak adımlar ile banyosuna ilerledi. Kendini küvete bırakıp ağlamaya devam etti.
Küvete attığı gazetenin bir parçası sönmüş ve hala sağlamdı. Parçayı eline alıp bir hakaret daha yağdırdı.
"Sen acınası bir orospu çocuğusun"
Kağıdı buruşturup banyoda bir köşeye fırlattı. Iki yıldır farkında değildi ama adam onunla ünü için çıkıyordu. Bir nevi başkasının başarısının kaymağını yiyordu. Rosé ona körkütük aşıktı. Buda onu hasta etmişti.
Her delice yükselişten sonra ödemen gereken bir bedel vardır. Rosé bunu hayatı ile ödemişti. Geri dön demek istemişti ama gururu istemiyordu. Her seferinde kendine bakıp sormuştu.
'Neden hala aşkı arıyorsun!'
Yaşadıklarınız ağır gelir. Pes edersiniz veya intikam için tekrar ayağa kalkarsınız. Pes etmeyi sevenlerin sonunu okuyup duruyoruz bizde.
O gün Park Rosé Chaeyoung kendi kanından oluşan bir küvette bilekleri kesilmiş bir halde bulunmuştu. Annesi ve babası hem morgun başında hemde tabutun başında harap olmuştu.
Aşk hastası olan kızları kendi sonunu getirmişti.
Eski sevgilisinin öldüğünü öğrenen orospu çocuğu ise kameralara sahte bir hüzün gösterip hayatına devam etmişti.
Gerçek bir intihar bedenin ölmesi ile olmazdı. Önce ruh ölmeliydi ve Rosé'nin ruhunu hayal kırıklığını yaşatan o hakaretler ve mesaj olmuştu.
Basit bir hikaye için acı verici bir son.