28

3.7K 328 93
                                    

Bitmiş, tükenmiş, mahvolmuş bir hayattı bana kalan. Bundan sonra nasıl ayağa kalkardım, nasıl yaşardım bilmiyorum. Ama yapmak zorundayım değil mi? Yaşamak zorundayım. 

Yaşamak zorundayım çünkü ben pes edemem ki. Bana yakışmaz pes etmek. Ben şimdiye kadar her şeyle savaştım. Bana kalkan ellerle, tehditlerle, sözlerle savaştım. Ne olmuş hayatımdaki iki insan bana ihanet etmişse? Yıkar mıydı bu beni?

Yıkardı.

Yıkmamalıydı. 

Tavandan aldığım bakışlarımı kapıya çevirdim. Atalay muhtemelen işe gidecekti. Adım seslerinden alt kata indiğini duymuştum. Bir süre daha uzanıp düşündüm. Yalanların ortasında kalmıştım. Son iki yılım yalan üzerine kuruluydu. 

Peki bu böyle mi devam edecekti? Etmemeliydi. Ayağa kalkmalı ve kendimin de bir birey olduğunu göstermeli, kimseye muhtaç olmamalıydım. Artık üstümde baskı hissetmek istemiyordum. Ben artık 'ben' olmak istiyordum.

Yataktan çıkıp, elimi yüzümü yıkadım. Ayılmak için defalarca su çarptım yüzüme. Dün gece o kadar ağlamıştım ki gözlerim şişmişti. Yeşil gözlerimin içindeki heyecan, umut yok olmuştu. Boş boş bakıyordum kendime. En az hayatım kadar boştu. 

Zihnim gibi, geleceğe olan düşüncelerim gibi. 

Yoktum. Hiç var olmamış gibiydim. 

Banyodan çıktıktan sonra karnımın acıktığını hissederek alt kata indim. Mutfaktan içeri girdiğimde, Atalay masanın başına oturmuş, ellerini çenesinin altına koymuş öylece boşluğu izliyordu. Beni gördüğü gibi mavilerini yüzüme çevirdi.

Bir süre öylece bakındıktan sonra sandalyeye oturdum. Soluna değil, tam karşısına. Masanın diğer başına. 

Tabağıma yeteri kadar kahvaltılık aldıktan sonra atıştırmaya başladım. Atalay'ın bakışları üstümdeydi. Etkilemedi beni. Yemeğimi yedim ve arkama yaslandım. Sesli bir şekilde çayımı içerken, gözlerinin içine bakıyordum. 

"Nasılsın?" diye sordu, kırık bir ses tonuyla. Net çıkmamıştı sesi. Üzgün görünüyordu. Umurumda değildi. 

Başımı dikleştirdim ve işaret parmağımı çay bardağının çevresinde gezdirdim. Benden cevap bekliyor gibi suratıma baktığında, "Mükemmelim." dedim, gülümsemeye çalışarak. "Hatta o kadar mükemmelim ki, daha önce böyle hissetmemiştim hiç." 

Dudaklarını yaladıktan sonra, arkasına yaslandı. Konuşmak için dudaklarını defalarca aralasa da, sessizce kalmıştı. Onun yerine ben konuşmak, şimdiye kadar sustuklarımı haykırmak istedim suratına. Ama ben de öylece baktım. 

Yerimden kalkmak için hamle yapacağım sırada, "Giray" dedi. Başını yan tarafa çevirip, gözünden akan yaşı sildi. İçimde bir şeylerin kıpraşmasını, onun için bir yanımın sızlamasını bekledim ama olmadı. Tamamen hislerim körelmiş gibiydi ona karşı. "Ben seni de kaybetmek istemiyorum." 

Sesi fısıltı gibi çıkmıştı ama kelimeleri zihnimin içinde bağıra bağıra haykırıyordu bana karşı. Beni de kaybetmek istemiyordu. Gülümsedim.

"Beni hiç kazandın mı ki kaybedeceksin Atalay?" diye sordum, ruhsuz bir şekilde. "Bana sahip olduğunu sandığın anda bile beni kazanamamıştın sen Atalay." dedim. "Sen yanında olmamı kazanmak olarak algılıyorsan üzgünüm." 

 Ağırca hareket etti adem elması. Sertçe yutkunuşuna şahit oldum. "Benim kimsem yok." dedi, ellerini iki yana açarak. "Beni yalnız bırakamazsın."

Bu sözü en küçük hücrelerime kadar titretti vücudumu. Ağırlığını iyi biliyordum bu kelimelerin. Bir insanın canını ne kadar yaktığını da biliyordum. Gözlerimin dolduğunu hissederken, yavaşça yerimden kalktım. Onunla konuşmak istemiyordum.

"Dibe batıyorum." diye mırıldandı. Ellerim masada öylece dururken, üstten bir bakış attım ona. Buraya ilk geldiğimde bana nasıl baktıysa, şimdi rolleri değişmişiz gibi ben bakıyordum ona. En az benim kadar çaresiz, en az benim kadar kimsesizdi. "Giray ben kötü kalbimin, yanlış stratejimin kurbanı oldum ama biliyorum-" O da ayaklanıp, benim gibi ellerini masaya dayayarak bana baktı. "Senin benim kadar kötü olmadığını biliyorum."

"Seninle konuşmak istemiyorum." dedim ve arkamı dönerek odama doğru ilerledim. Peşimden geliyordu. Kapıyı sertçe çarpıp, yatağa doğru ilerledim. İçeri girdi.

"Benimle konuşmak zorundasın." diye bağırdığında, herhangi bir tepki vermeden suratına baktım. "Eskiye dönmek istemiyorsan, benimle konuşmak zorundasın." 

Tehdit. Başaramayacağını anladığı zaman eline aldığı silahıydı. Ve beni artık korkutmuyordu.

Çenemi sıvazladıktan sonra ayağa kalkarak karşısına dikildim. Başımı hafifçe kaldırdıktan sonra gözlerinin içine içine baktım. "Senden korktuğumu mu sanıyorsun?" dedim, hiç olmadığım kadar korkusuz bir şekilde. "Bedenime istediğin zararı verebilirsin Atalay." dedikten sonra, elimi tişörtüme atarak bedenimden çıkardım. Ona sırtımı döndüğümde tek çabam bana verdiği zararların küçük bir kısmını görmesiydi. "Bak, görüyor musun? Bunların hepsi senin eserin. Daha fazlası acıtır mı sence? Ben her şeyden bu kadar vazgeçtikten sonra bana vereceğin hasar gözümü korkutur mu?" 

Hayal kırıklığı oturdu yüzünün her yanına. Ya da pişmanlıktı bu bakışlarındaki hüznün sebebi. "Sen beni öldürsen de, bana artık istemediğim hiçbir şey yaptıramayacaksın Atalay. Bana bir zarar verirsen, on olarak karşılığını alırsın." Onun gibi tehlikeli bir gülümseme kondurdum dudaklarıma. "Unutma." diye fısıldadım. Nefesim yüzüne vurdukça bakışlarının odağı değişiyordu ama benim odağım netti. Gözleri. Siyahtan daha kara olur muydu mavi? Kapkaraydı. Mavinin en karanlık tonuydu. Bu bile korkutmadı beni. "Artık aşık olduğum, onun için fedakarlıklar yapacağım bir Enes'de yok. Baş başayız Atalay. Sen ve ben." 

Titredi. Gördüm. Bedeninden geçen ürpertiyi gördüm ve bundan güç alarak biraz daha yaklaştım ona. Tenim tenine değdi, bakışları bakışlarıma daha yakından dokundu. Dudaklarımı dudaklarının kenarına denk getirdim. Nefes alamadı. Gülümsedim. "Beni mi istiyorsun? Yanında olmama ihtiyacın mı var? Öyleyse isteklerimi yerine getirerek başla." 

Başını biraz aşağı eğerek, dudaklarımızı birleştirdi. Göz gözeydik. Dudakları, dudaklarımın üstündeydi. Öpmüyor, sadece dokunuyordu. İleriye gidemeyeceğinin o da farkındaydı. "Ruhun hiçbir zaman beni sevmeyecek?" dediğinde, onayladım. "Bedeninin yanımda olması için ne yapmam gerekiyor? Ne istiyorsun?" 

Ne desem kabul edeceğinin bilincindeydim. Ve hamlemi yaptım. "Şirketi istiyorum." dedim. "Enes'e hiçbir şekilde pay vermeden şirketi üstüme yapacaksın. Sadece bir haftan var." 

Geriye çekildiğimde, öylece kalmıştı. Bana farklı bir şekilde baktı. Bu bakışa bir isim koyamadım. Çok ürpertici ve şaşkınlık barındıran bir bakıştı. "Bu imkansız." diye fısıldadı. Yatağa oturup, ellerimi geriye yasladıktan sonra "Senin için imkansız diye bir şey olmadığını biliyorum Atalay."  dedim.

Hala şaşkınca bana bakarken, kapıyı gösterdim. "İşe geç kalıyorsun." Ona arkamı dönüp yatağa uzandım. Dakikalar sonra odadan çıktı. Enes'in istediği savaştı, savaşacaktım. Ellerinde hiçbir şey kalmayana dek savaşacaktım. 

Bu savaşın sonunda yok olacağımı bilsem de, vazgeçmeyecektim.

TEHLİKE - GAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin