Dün gece sabaha kadar uyuyamamış, gözümü her kapattığımda bir katilin beni delik deşik ettiği kabuslarla boğuşup durmuştum. Sürekli akımda o yazı dönüyordu. Seni bekliyorum. Peki ama nerede?
O iki kelimeden fazlasını bilmiyordum ve bu seferkinin de öncekilerde olduğu gibi gözümü korkutmak amacıyla yapılmış bir kurmacadan ibaret olmasını diliyordum.
Saat henüz erkendi, yedide departmanda olmam gerekiyordu ve saat daha yeni altıya geliyordu. Güneş yeni yeni doğmaya ve apartmanın on dördüncü katındaki dairemi aydınlatmaya başlamıştı. Gün doğumu ve batımını izlemekten zevk alırdım, küçükken annemi çokça bunu yaparken görmüşlüğüm vardı. Bir keresinde dayanamayıp neden saatlerce güneşin kayboluşunu ve yeniden çıkışını izlediğini sormuştum. Demişti ki, koskoca güneşin yok oluşunu izlemek bana hiçbir şeyin sonsuz olmadığını ve her aydınlığın ardından gelen bir karanlık olduğunu hatırlatıyor, sonra güneşin yeniden doğuşunu izliyorum ve aslında hiçbir karanlığın da sonsuza kadar sürmeyeceğini hatırlıyorum.
O zamanlar küçüktüm, yedi sekiz yaşlarında falan olmalıydım ve annemin bu söyledikleri beni yalnızca güldürmüştü. Sürekli bunları hatırlamak için saatlerce güneşi izliyor oluşu unutkanlığı olduğunu düşündürtmüştü bana, çocuk aklı işte. Şimdi çok daha iyi anlıyordum onu, günlük yaşamın koşuşturmacasına o kadar kapılıyorduk ki bazen gerçekten de bunların bize hatırlatılmasına ihtiyaç duyuyorduk.
Güneş dakikalar geçtikçe yükseliyordu. Odadaki turuncu ışıklar önce sarıya, sonra da beyaza yakın bir tona büründü. Daha fazla yatakta durmak istemedim, doğruca banyoya yönelip rutin işlerimi hallettim. Dün gece eve gelir gelmez kendimi yatağa atmıştım, bu yüzden duş alamamıştım. Çaydanlığa su koyup kaynamasını beklerken duşa girdim. On beş yirmi dakikanın ardından üniformamı giyip kaynayan suyu toz kahve koyduğum bardağa boşalttım. Tek başıma yaşamak fazlasıyla hoşuma gidiyordu ama çoğunlukla ya ofisimde ya da bir olay mahallinde olduğum için tek başıma geçirdiğim bu huzurlu anları özlüyordum. Kahveyi masaya bıraktıktan sonra dış kapının önündeki paspastan her sabah bırakılan posta ve aylık üyeliğimin olduğu dergileri topladım.
Birkaç tane bilim dergisi, bir iki tane reklam şirketi posterleri ve faturaları içeren mektuplara hızlıca göz gezdirip masaya yaydım. İçlerinden bir tanesine takılmıştı gözüm. Diğerlerinden farklı olarak siyah bir zarfta gelmişti.
Diğerlerini kenara ittirerek ona uzandım. Siyah zarfın karşılıklı iki kenarı kırmızı renkli balmumuyla mühürlenmişti ve yuvarlak mührün ortasında yaprakları olan bir dal parçası yer alıyordu. Zarfı açtım, içinde yalnızca beyaz renkli küçük bir kağıt bulunuyordu ve üstüne kırmızı bir illüstrasyon kalemiyle Park Ryong yazılmıştı. Bu ismi hayatımda ilk kez duyuyordum ve bu isimle tanıdığım biri olmadığına emindim. Muhtemelen başkasının postalarından karışmıştı. Yine de merakıma yenik düşerek ismi internetten arattım, saçma sapan birkaç sonuçtan fazlası yoktu.
Saatin geç olmaya başladığını fark ettiğimde doğru düzgün içemediğim soğumuş kahveyi lavaboya döktüm. İş yerine giderken yol üstünde kendime bir tane alırdım.
Aslında bugün araba kullanmamam gerekirdi, uykusuzdum ve yol boyu aklım bu davayla meşgul olduğundan birkaç kere kaza yapma tehlikesi atlatmıştım. Sağ salim ofise ulaştığımda kattaki polis memurlarının çoktan işe başladığını görüp göz göze geldiğim birkaç kişiye selam verdim. Ofisime girip kapıyı arkamdan kapattığım sırada masamdaki ahizeli telefon çalmaya başlamıştı.
"Seul Polis Departmanından Jeon Jeongguk, nasıl yardımcı olabilirim?"
"Efendim ben bomba imha ekibinden Park Jimin. Bay Min size dünün kamera kayıtlarını iletmemi istedi, e-posta adresinize postaladığımı bildirmek için aradım." Yoongi'nin birliğinde çalışan onca kişi varken böyle bir şeyi gidip de bomba imha ekibinden birine vermesi saçma gelmişti, yine de Jimin'e teşekkür ederek telefonu kapadım. Yolda uğradığım kafeden almış olduğum kahvenin kapağını soğuması için açarken bir yandan da bilgisayardan e-postalarımın yüklenmesini bekliyordum. Sonunda şu katile dair elimize bir ipucu geçmişti, mutlaka kameralardan birine yakalanmış olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Trauma | Taekook
Fanfiction"Herkes doğuştan katildir, katletmek insanların doğasında var. Ama ne zaman ki insanoğlu öldürmenin zevkine vardı, işte o zaman bu adalet denen saçmalığı çıkardılar."