o gün evden çıkarken annem kapıya kadar uğurlamıştı beni. anılardan olsa gerek "kimseyi üzme, yaşattığını yaşamadan ölmezmiş insan." demişti ve çantamı uzatmıştı. elim havada asılı kaldı. başımı salladım ama cevap veremedim. boğazım düğümlendi. çantayı alıp çıktım. fakülteye giderken bir kazaya karışıp ölmediğime şaşırıyorum şimdi, yolu nasıl geldim, ışıklarda bekledim mi, hatırlamıyorum.arabayı park edip kafeteryaya gittim. ders saatine çok vardı. neden erken geldiğimi hatırlamaya çalıştım. çantamı karıştırdım yardım eder diye, sabahın buhranı üzerimden gitmemişti bir türlü. istatistik notlarını görünce Nil'le konuşmamız aklıma geldi. vizelerden çok kötü yaptığı için -ve sınıfta tek tam not alan olduğum için- finallere kadar birkaç defa ders anlatmamı istemişti.
fakat gelip karşıma oturduğunda "yalan söyledim." dedi. "tek yüz alan sen değilsin, ben de yüz aldım."
önüme koyduğum notlara baktım. sabah sabah dalga mı geçmekti niyeti, diye düşündüm. derken "seni seviyorum." dedi.
notlara tekrar baktım. "neden gülüyorsun, bir kız itiraf edemez mi sevgisini? siz erkeklerin hemen kibri mi kabarır iki güzel lafa?" dedi.
"hayır, hayır..." dedim gülmemeye çalışarak. "yanlış anladın. ve özür dilerim. seni sevemem, anneme söz verdim."
*-*-*
tamam artık son... -olur umarım. silip silip tekrar yayımlamaktan ben de sıkıldım ama başladığım hikaye içime sinmemişti, şimdi daha iyi... gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
plastik çiçek sendromu
Short Storybu, bir aşk hikayesi olmak isterdi. olamamasının hikayesinde kalakaldı. * on.ocak.ikibinyirmiiki