son akşam yemeğinden
biraz sonraMin ailesinin evi her zamanki sessizliğine, fakat çoğunukla kusursuz düzen içerisinde olan dekorasyonuna sahip değildi. Yerlere saçılmış olan tabakların, bardakların kırıkları binlerce dolara mâl olan döşemede; dökülmüş içkiler, aynı kalplerdeki acılar gibi çıkmayacak lekeler bırakmıştı.
Darmadağındı salon. En çok da; masanın köşesine ellerini dayamış, sakin kalmak için kendini sıkan Yoongi darmadağındı. Ama başarılı değildi. Taehyung'un sanat eseri dediği damarlı güzel elleri aynı dudakları gibi titriyordu. Gözleri doluydu. Min Yoongi, çocukluğundan beridir ilk defa ağlıyordu. Bu şaşkınlık vericiydi. Göz yaşları yanaklarına akana kadar, ağladığının farkında bile değildi. Ama bu farkındalığın gelmesiyle, bacakları da tutamamıştı onu. Yere kendini bıraktığında, bacaklarına batan cam kırıkları da umrunda değildi.
Min Yoongi asla sınırları geçmeyen, sinirlendiğinde bile duygularını kontrol etmeyi başarabilen biriydi. Şimdiyse, bunların hiçbiri önemli değildi. Duygularını bastırmayı bırakmış; çökmüş olmayı umursamıyordu. Kafasını sandalyenin oturağına yaslayıp, hıçkırarak ağlamaya başladı. Göz yaşlarını silmedi, titreyen dudaklarını birbirine bastırmadı; kendini tutmadı, kasmadı ve engel olmadı. Bütün acısını akıttı.
Yapamazdı. Taehyung olmadan, yapamazdı. Eşi onun kalbiydi ve kalbi olmadan yaşayabilmesi, imkansızdı. Onun boşluğunu dolduramaz; yerine hiç kimseyi, hiçbir şeyi koyamazdı. Bunun için çabalamazdı bile. Onsuz olmaktansa, diri diri mezara girerdi.
Yanlış düşünceler içinde olduğunu, Taehyung'a olan zaafının normal bir boyutta olmadığının o da farkındaydı. Ama elinde değildi. Bu duygularla baş edemediğini, kalbini ve mantığını Taehyung'un ellerine bıraktığını çok önceden fark etmiş; bu konuda hiçbir şey yapmamayı tercih etmişti.
Onun için neleri göze aldığını; hiç görememişti Taehyung, hiç anlamamıştı. Belki de bu yüzden, diye düşündü Yoongi. Dizlerine kafasını yaslayıp; "Benim hatam." diye fısıldadı. Ona gösterememişti. Hayatında ondan daha önemli başka hiçbir şey olmadığını, hissettirememişti. Yalnız mı bırakmıştı onu? Belki de farkında değildi, yalnız kalmıştı Taehyung.
Yoongi düşünmeye devam ettikçe, kendisini daha da suçluyordu. Karşısındaki başka biri, ailesi bile olsa Yoongi asla boyun eğmez, suçlu olsa bile suçluluğınu kabul etmezdi. Ama şimdi Taehyung'u affetmek için kendini gömmekten, suçlu olmaktan asla gocunmuyor; hatta bunun için kendini ikna ediyordu. Umrunda değildi; kimin haklı olduğu, kimin daha çok boka battığı asla umrunda değildi. Umrunda olan tek şey; Taehyung'tu.
Saatlerce aynı yerde çökmüş ve ağlamıştı. Durmayan göz yaşları, gözlerini şişirmiş ve kızartmıştı. Minik gözleri daha da küçülmüştü. Porselen beyazlığındaki teni de kızarmış, tahriş olmuştu bile. Titreyen dudakları artık durulmuş, iç çekişleri devam ettiğinden aralıktı. Onlarda şişmiş, ısırmasından yara olmuştu bile.
Çöktüğü yerden kalktı. Ağlayarak hiçbir şeyi değiştiremeyecek ve Taehyung'un dönmesini sağlayamayacaktı. Önce banyoya girmiş ve soğuk bir duş almıştı. Masasının başına geçip telefonu eline aldığında, birden fazla planı vardı kafasında.
Jungkook, hayatının en mutlu günlerinden birini yaşıyor olabilirdi. Dudaklarında yer edinmemesi için uğraştığı gülümsemesini, dişleyerek kesmeye çalışıyordu. Çünkü yanındaki bebeği, dolu gözleriyle camdan dışarıyı izlerken; kendisinin gülmesi hiç iyi olmayacaktı. Onun üzülmesini istemiyordu. Ama üzülmemesini, söz konusu Yoongi olduğu için mi istemiyordu; yoksa üzülmesine dayanamadığından mı istemiyordu o da bilmiyordu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Really Bad Choice |
Mystère / ThrillerBir akşam yemeğinde buluşan arkadaşlar. Başlattıkları oyunla, kendilerini hiç beklemedikleri bir kaosun içinde bulurlar. ❗️angst