Soğuk bir kış sabahının ilk ışıklarıydı, şakaklarından tüm vücuduna yayılan müthiş bir ağrıyla uyandı. Kaçamak bakışlarla odayı tararken buraya nasıl geldiğini hatırlamaya çalışıyordu fakat zihnini zorlamasına rağmen hiçbir şey hatırlamıyordu, ismini de dahil. Burada ne aradığını, nasıl geldiğini hatırlayamıyordu. Odada küf, toz, haftalarca kalmış ve kokuşmuş yemek kokularının karıştığı ağır bir koku vardı. Her nefes aldığında genzi sızlıyordu. Kokunun yanı sıra odadaki dağınıklık ve pislik karşısında midesinin bulanmasına mani olamıyordu. Uyandığı yatakta çarşaf bile yoktu. Her köşesinde ayrı bir leke vardı. Onu en çok şaşkına çeviren ise kıyafetleriydi. Eski, lekeli, yırtık ve ter kokusuyla karışık çöp kokan, üstüne üç beş beden büyük olan kıyafetler... Gördüklerini bir süre hazmettikten sonra kalkmaya çalıştı fakat baş ağrısı buna izin vermiyordu. Bir süre daha gözlerini kapatarak uzanmaya devam etti ve kendinde kalkabilecek gücü bulduğunda yavaş yavaş doğruldu. Gözüne ilk çarpan şey başucunda duran siyah kocaman bir çöp torbasıydı. Odaya pek yabancıymış gibi durmayan çöp torbasına şöyle bir uzandı. Zorda olsa titreyen elleriyle düğümü çözdü fakat gelen kokuyla birlikte tüm bu yaşadıkları sonrasında tutmaya çalıştığı mide özsuyunu daha fazla tutamadı. Artık çıkaracağı bir şey kalmadığında ve kokuya biraz olsun alıştığında merakına yenik düşerek torbayı araladı. Gördükleri karşısında elektriğe kapılmışçasına titreyerek torbayı olabildiğince uzağa fırlattı. Ancak gördükleri gözünün önünden gitmiyordu bir türlü. Sayısını bilecek kadar uzun bakamasa da bir sürü kanlı kedi başı ve pati olduğunu ayrıca birçoğunun çürümüş olduğunu görebilecek kadar uzun bakmıştı. O kadar hızlı nefes alıp veriyordu ki gözleri kararmaya başlamıştı. Bundan kurtulmalıydı. Biraz olsun dikkatini dağıtmak için etrafa bakınmaya başladı . Odada sadece eski bir yatak, kırık bir gece lamba ve çatlak bir ayna vardı. Burada bir insanın yaşamasına imkan yoktu. Peki, onun ne işi vardı. Hem de... Torbayı ve içindekileri düşünmek istemiyordu. Bu soruyu kendine sormaktan vazgeçti. Gözleri odayı keşfe çıkmışken bir saniyeliğine aynadakiyle göz göze geldi. Yüzü hatırladığından çok farklıydı. Gözlerinin altı simsiyah, yüzün kir pas içinde ve kan lekeleri... Sahi ya ellerinde de kan lekeleri vardı. Şimdiye kadar bunca pisliğin içinde fark etmemişti ama uzamış tırnaklarının doluşmuş, kiminin uzun zaman önce oluştuğu, kiminin hala taze olduğu anlaşılan birçok leke... Yüzüne ve ellerine bakıldığında gördüğü sadece bunlar da değildi üstelik. Oldukça zayıftı. Gözleri çukurlarına gömülmüş, elmacık kemikleri çıkmış yanakları çökmüştü. Ona bakan birine iskeleti hatırlatması elden bile değildi. Hemen buradan kaçmak istedi. Çok uzağa gitmek istiyordu. Belki de yalnız bile olsa tek güvende hissettiği yere, evine... Bitkin görüntüsünden beklenmeyecek bir çeviklikle kapıya yöneldi ve merdivenlerden yuvarlanırcasına indi. Kendini sokağa attığında ıssız bir sessizliğin içine düştü. Geçmişte tüm ihtişamıyla yükseldiği anlaşılan derme çatma evlerden oluşan ölü bir mahalleydi. Temkinli ve titreyen bacaklarının izin verdiği ölçüde hızlı adımlarla uzunca bir süre yürüdükten sonra nihayet anayola vardığında bir ceset gibi yığıldı yol kenarına. Güneş en tepeye tırmanmış ve zirvenin tadını çıkarırken araladı gözleri. Nerede olduğunun ayırdına vardığında artık gitmek için zaman kaybedemezdi. Şu durumda yapabileceklerinin en mantıklısını seçti ve durmaları için arabalara el sallamaya başladı. Otostop gelen en iyi yoldu. Tek sorun dışarıdan bakıldığında hiç güven vermiyordu. Kıyafetleri, saçı, yüzü ve en önemlisi de aklını kaybetmişçesine korkunç bakan gözleri...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Persona: Kimim ben?
Mystery / ThrillerGenç yaşında zekası ve başarısıyla gözde genç bir kız... Hiç ummadığı bir anda hayatının nasıl değiştiğine, yalnız yaşamının nasıl renkleneceğine belki de tamamen karanlığa gömüleceğine hep birlikte tanık olmaya ne dersiniz? Umarım beğeneceğiniz bir...