30.06.1561
🕊️
"Geldik." Jungkook'un dediğini yavaşlayarak onaylan at, dip köşe bir yere ilerlerken her ne kadar istemesem de kollarımı geri çekip ayrıldım ondan. Her zaman ki gibi ilk olarak Jungkook indi ve ardından ben inip elbisemi düzelttim.
Jungkook atı güvenli bir şekilde başladıktan sonra ilerlemeye başladık yan yana.
Yirmi beş gündür beraberdik, birlikte kalıp vakit geçirmiştik hep. Her şeyden uzakta, sanki köy hiç işgal edilmemiş gibi; hiçbir şey olmamış gibi mutluyduk. Bu durum her ne kadar ikimizin de canını sıksa da pek yapabileceğimiz bir şey yoktu. Oraya diğerlerine yardım için gitsek bile hiçbir şey yapamaz ve orada ölüverirdik.
Bu konuyu ise Jungkook ile yalnızca bir kez konuşmuş ve bu sonuca varmıştık ikimiz. Elinden gelen her şeyi yaptığını da anlamıştım zaten, geldiğimiz yer köylüler tarafından bile pek bilinmeyen bir yerdi ve kaçabilenler buradaydı. Jungkook sık sık buraya geliyor ve özelikle yaşlı ve çocuklara yardım ediyordu sıkça. Hayran olunası ve örnek alınası bir kişiliği, kalbi vardı.
Ve aşık olunası.
Jungkook çok iyi biriydi. Güzel kalpli, cana yakın ve yardımseverdi. Her bir özelliğine hayrandım, her bir özelliğini onu sevdiğim kadar seviyordum. Ona aşık değildim, fakat aşık olacağımı biliyordum. Aşık olma yolunda ilerliyordum ve sonuca ulaşmam uzun sürecek gibi gelmiyordu. Tek korkum anlık bir cesaretle duygularımı anlatma durumunda tepki almamdı. Jungkook'un öyle bir şey yapacağını sanmıyordum fakat her türlü olumsuz ihtimal aklıma gelmiyor da değildi.
Buraya gelme sebebiyetimiz ise anne ve babamdı, burda olma ihtimallerine karşı gelmiştik. Onlar için fazlasıyla endişeliydim, korkuyordum ama iyi düşünmeye çalışıyordum. Bir yerde, güvenli bir yerde güzelce saklandıklarına emindim.
Jungkook elini omzuma koyup bakışlarımı kendisine çevirmemi sağladığında lafa girdi. "Sen bekle, ben geliyorum." Başımı sallayarak ona cevap verdiğimde yanımdan ayrılmış ve ilerdeki birkaç adamın yanına gitmişti. Bende kenara geçip ağaca yaslandım ilerde birbirleriyle oyun oynayan iki küçük çocuğu izlemeye başladım buruk bir tebessüm eşliğinde. Sanırım en küçük olanlar bu iki çocuktu bu alandaki.
Çok tatlı ve masumlardı, kim bilir ne kadar korkmuşlardı o kadar kargaşanın içinde. Ağlamış ve belki kabus bile görmüşlerdi... İç çekip dudaklarımı birbirine bastırdım ve yanlarına adımlayıp çömeldim.
"Merhaba." Gülümseyerek baktım ikisine. Bana bakıp utangaç bir şekilde bir şeyler mırıldanmış ve tekrar ellerinde ki tahtalarla oynamaya devam etmişlerdi.
"Benim adım Roseaane, sizin adınız ne?"
"Chin Sun." Sarı saçlı ve güzel bir yüze sahip olan bir kızdı. Ayrıca yanakları dolu doluydu ve doya doya öpesim geliyordu.
"Peki ya sen?" İlgilice diğer kıza baktım. Chin Sun'dan daha çekingendi. "Yuna." Gülümseyerek saçlarına parmaklarımı geçirdim ve geriye tarayıp okşadım.
"Ne güzelmiş isimleriniz... Keşke benimki de böyle güzel olsa." Yuna kendi kendine gülümserken Chin Sun bana baktı. "Neden ki? Senin ismin de çok güzel." Konuşmasına gülüp başımı salladım iki yana. Konuşmayı yeni öğrenmediği belliydi ama telaffuz edemiyordu kelimleri ve çok tatlı bir sonuç çıkıyordu ortaya.
Omzumda hissettiğim el ile başımı yan tarafıma çevirdiğimde Jungkook'u görmüştüm. Benim gibi yere çöküp kızlara baktı gülümseyerek ve Chin Sun'un başını okşadı.
"Nasılsınız bakalım?" Chin Sun ona alışkın olmalı ki gülümseyerek ayağa kalkmış ve Jungkook'un boynuna sarılmıştı. Küçücük olduğundan tam boynuna denk geliyordu ve şuan ikisi çok güzel bir görüntü oluşturmuşlardı.
"İyiyiim." Yuna da kalkıp Jungkook'a sarıldığında gülüp onlara odaklandım. Jungkook eğer olabilirse, çok güzel bir baba olacağına emindim.
Başımı iki yana salladım. Bu tür şeyler düşünerek kalbimi yerinden oynatmamalıydım.
Çok geçmeden kalkıp tekrar ata binmiş ve uzaklaşmıştık oradan. Eve geldiğimizde inip onu bekledim ve atı bağladığında birlikte bahçedeki çimenlerin üzerine oturduk.
Bir süre ikimiz de sessiz kalsakta bu sessizliği bozan Jungkook oldu. Derince iç çekip fısıltıyla karışık konuştu.
"Ailenin oraya hiç uğramadığını söylediler, gelseler bile haberleri olurmuş fakat oraya gitmemişler..." Omuzlarım kendiliğinden düştüğünde boğazımı temizledim ve başımı salladım usulca.
"Sorduğun için teşekkür ederim..." Cevap vermediğinde ellerimi geriye yaslayıp semaya bakmak amacıyla başımı yukarı kaldırdım ve derince iç çektim.
Umarım kurtulurduk yakında bu durumdan. Ölmek istemiyordum, aileme kavuşmak istiyordum. Jungkook ile daha fazla zaman geçirmek istiyordum. Bazen bu durumdan sonrasını hayal ettiğimde, ailemle önceki gibi huzurlu yaşadığımı düşündüğümde eğer bu düşe Jungkook'u da eklemezsem olmuyordu. Eksik hissediyordum.
"Roseanne... Ağlama." Oldukça naif bir şekilde konuşan Jungkook'un elini yanağımda hissettiğimde çoktan kapanmış olan gözlerimi açtım ve yutkunup ona baktım. Ağladığımın farkında bile değildim ki.
Burnumu çekip elimle diğer yanağımı sildim.
"Kusura bakma, bir an öyle düşününce duygulandım." Doğru düzgün çıkmayan sesimle konuştuğumda Jungkook bana yaklaştı ve yavaşça başımı kendi göğsüne yaslayıp ellerini sırtıma koydu.
Öylece kalakalsam da toplarlanıp bende usulca ellerimi sırtına koyup gevşekçe sarıldım. Çok geçmeden Jungkook'un elini saçlarımda hissetmiştim, eli öylece saçlarımda dururken diğeri ise hala sırtımdaydı.
Bu kadar şefkatli davranması ağlamaya hazır bir şekilde titrekçe iç çekmemi sağladığında gözlerimi kapatıp dudağıma geçirdim dişlerimi. Ağlamak istemiyordum.
"Kendini sıkma, destek olmaya çalışıyorum ve amacımdan saptırıyorsun beni. Olamıyorum yardımcı..." Yarı dalga geçer bir biçimde konuştuğunda kendimi tutamadan ufak bir gülüş bırakmıştım ortaya fakat az sonra gelen göz yaşlarını ve hıçkırıklarımı bastıramamıştı bu.
Yanağını başıma yasladığında iyice ona sokuldum.
"İstediğin kadar ağla, dök içini... Sana söz veriyorum ben hep yanında olacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
u made me feel alive, thank u [rsk] ✓
Fanfic[tamamlandı] Park Rosé & Jeon Jungkook ∞ "ilk ve son kez yaşadığımı hissettirdiğin için teşekkür ederim sonsuzluğum." "lanetler yağdırdığım aşkı yaşattığın için teşekkür ederim sonsuzluğum." [pandemi döneminden bir acemilik hatırasıdır🕊️] Başlangı...