Stüdyomun soğukluğu yerini insanoğluna kızgınmışçasına sert esen rüzgara bırakırken yüzümdeki buruk ifade varlığını koruyordu bu değişim onun için hiçbir şey ifade etmiyormuş gibi, ellerim ceplerimi buluyor ezbere hareketlerle bu sırada varlığını hissettiğim telefonum bir kez daha görmezden geleceğim aramayı göstermek için elinden geleni yapıyordu.
Saatin geç olmasına rağmen yurtta olmayışımı fark eden endişeli bedeni düşünmek bile göğüs kafesimdekini sıkıştırırken nasıl nefes almaya devam edeceğimi dahi kestiremiyordum, bilinmezliğe doğru başlattığım yürüyüşüm boyunca düşünsem bile bulamayacağımın farkındalığı kısa sürede yokluyordu zihnimi canımı sıkmak için ayrı bir çaba içinde olduğunu gözlerimin önüne sererken. Ne kadar düşünürsem o kadar içine battığım bu çukurdan kurtulmak için hiçbir yolumun kalmadığını ayrımsıyordum, sanki gözlerimin önündeki perde kalkmıştı ve bana kaçacak hiçbir yerimin kalmadığını göstermeye çalışıyordu.
Gözlerine baharlar saklayan bir adam tarafından alt edildin.
Gözyaşlarım ve ona en güzel arka planı sunma çabasında olan gülümsemem birbirlerine zıt oluşlarına rağmen ortaya çıkmak için iznime gerek duymadan mesken edinmişlerdi yüzümü. Biz de olabilir miydik böyle? Hiçbir müsaadeye ihtiyacımız olmadan bir kılabilir miydik bedenlerimizi, tüm zıtlıklarımıza rağmen?
Onun güzelliğine benim çirkinliğime, onun ışığına benim karanlığıma, onun neşesine benim üzüntüme rağmen olabilir miydik gerçekten mutlu?
Bir kez daha yanlış sorulara cevap aradığımın farkına vararak bırakmıştım bedenimi benim kadar yalnız banka gözyaşlarım akıp gitmeyi sürdürürken, dudaklarımı yoklayan hıçkırıklar belirsiz iç çekişler halini alarak özgürlüğüne kavuşuyordu kopup gittikleri adamın aksine.
Çillerine esir edilişimden korkunç çırpınışlar ile kaçamayacağımın kabullenişiydi gittikçe soğuyan havayı hiç ederek sürdürdüğüm yalnızlığım.
Ne korkunç bir yol ayrımı ama.
Bir yanda en güvenli kapıların ardında sakladığım sırrım diğer yanda göğüs kafesimden boğazıma kadar yakan hislerin karşı konulmaz zorluğu.
Ellerimi uzatsam dokunabileceğim yakınlıkta ancak can yakacak kadar uzakta oluşunu kabullenmemek miydi yapmak istediğim? Arkadaşlığımızı, bana olan dostane sevgisini yerle bir ederek mi dindirecektim kalbimi avuçlarına alan o sinsi hisleri?
Doğrular yanlışlar kılığına bürünürken düşünmekten yorgun düşen başımı kendime çektiğim dizlerime yaslamıştım gözlerim aynı yorgunlukla hızla kapanırken.
Soluksuz koştuğum sokağın sürgünü edilmiş bir hayal kırıklığıyla sürdürdüğüm oturuşum soğuyan havayla zorlaşıyor, zorlaştıkça acı vermeye başlıyordu ciğerlerime. İçime çektiğim hava onun kokusu olsa böyle hissetmezdim değil mi?
Sikeyim seni.
Kendi kalbime, hislerime ilk sövüşüm olmamasına rağmen içtenlikten uzak bir gülümseme yerleşmişti yüzüme kaslarımı acıyla gererken, çoktan kuruyan yaşların tenimi gerişini hissetmek vuran rüzgar sayesinde çekilmez bir hal alıyordu.
Burada olsa, olmazdı ama şayet olsa, minik ellerinin üstüne indirdiği kazağı ile incitmekten korkarcasına silerdi hepsini kurumalarına müsaade etmeden.
Çünkü o böyle biriydi, en saf meleğin kalbinden taşan mucize ile var edilmiş kadar güzel, karşısında çirkin bir canavardan hallice hissedeceğim kadar masum ve bana aşık olmayacak kadar özel, Lee Yongbok böyle biriydi.